ARABAYLA AVRUPA 2023
2. BÖLÜM ZÜRİH’ DEN YALOVA’YA
Sabah
nefis bir kahvaltı yaptıktan, yolluklarımızı aldıktan, evdekilerle
vedalaştıktan sonra Milano’ya doğru yola çıkıyoruz. Milano’da Otel Cantrale’de
kalacağız. (45.49403,9.20842) Kahvaltı
dahil 2 oda 176 €. Özel otopark 10 €. Milano merkeze metro ile 5 durak. Otelden
700 m. yürüyüp metro durağına ulaşıyorsunuz. Geniş, ferah, temiz odalar.
Kahvaltı felaket. Kruvasan, reçel, çay, kahve. Hepsi bu kadar.
Milano’ya gelmeden önce yol
üzerindeki Como Gölü’ne uğrayacağız. Como’daki kapalı otoparkın koordinatını
girip (45.81056,9.08634) yola çıkıyoruz.
“Como Gölü, 146 km2 yüzölçümü
ile İtalya’nın 3. büyük gölü. Gölün kuzey bölümü tarıma daha uygun alanlara
sahip ve nüfus yoğunluğu daha az. Gölün azami derinliği 410 m ve bu
derinlik ile Avrupa’nın en derin gölü unvanına da sahip.
Diğer taraftan Como
gölü 170 km sahil uzunluğu ile İtalya’nın en uzun, Avrupa’nın
3. en fazla sahil uzunluğuna sahip gölü.”
Etrafa bakına bakına
ilerlerken yol tıkandı. Zürih’ten bu yana 94 km. gelmişiz. Dur kalk
ilerliyoruz. 45 dakikada 2 km. yolu geçip Gotthard tüneline geldik. Burada
geçişler kontrollü yapıldığı için her zaman kuyruk oluyormuş. Tünel sonrası
Como’ya vardık. Navigasyonun yönlendirmesiyle gidiyorum. Eski kentin ara
sokaklarına girdik. Sağa dön, sola dön gidiyoruz. Yemek yiyenlerin arasından,
hediyelik eşya satıcılarının içinden geçiyoruz. ‘Bu işte bir hata var amma..’
diye düşünüyorum. En sonunda bir yere geldik “hedefiniz karşıda”… Tamam,
karşıda otoparkı görüyorum ama yol demir bariyerlerle kapalı. İnip bakıyorum,
geçmek mümkün değil. Başka yol aratıyorum. Gene sokak aralarında dolaştırıp
aynı yere getiriyor. Klimaya rağmen kan ter içinde kalıyorum. ‘Başlarım
Comosuna momosuna’ deyip Milano’daki
otel koordinatını girerek hızla Como’dan çıkıyoruz. (Bu,
gezimiz boyunca navigasyonun tek hatasıydı.)
İtalya’da trafik biraz daha
yoğun. Küçük arabalar daha çok. Vinyet uygulaması yok. Otoyol ücretleri
gişelerde ödeniyor.
Otelde
biraz dinlendikten sonra Milano’yu keşfe çıkıyoruz. İlk durağımız Piazza del
Duomo- Milano (Duomo Meydanı) Kırmızı metro hattıyla buraya geliyoruz. Her
zamanki gibi kalabalık. Burada Katedrali, Galeria Emanuele’yi geziyoruz. Arka
taraftaki opera binasını ve yanındaki tarihi Scala Meydanı’nı da geziyoruz. O
bölgede lüks alışveriş sokakları olan
Via Monte Napoleone ve via
Spiga’da sadece vitrinlere bakıyoruz.
Katedral gerçekten muhteşem.
Taş işçiliği göz kamaştırıyor.
Duomo Meydanı
Galeria Emanuele
Galeria Emanuele
Galeria Emanuele Girişi
Yürüyerek Sforzesco Şatosuna
gidiyoruz. Şatoyu ve arkasındaki bahçeyi geziyoruz. Epey yorulduk. Banklarda
oturup dinleniyoruz.
Sforzesco Şatosu ve bahçe fotografları
Duomo Meydanı’na
dönerken mağazalara uğruyoruz. Meşhur
İtalyan dondurmaları da tadıyoruz. Vakit epey geç oluyor. Bu kadar Milano
gezisi yeter deyip otele dönüyoruz.
Milano’da tek yön metro
bileti 1,5 €. Biletleri metro gişesi, gazete bayi ya da otomatlardan
alıyorsunuz. Turnikeden geçtikten sonra biletinizi atmayın, çıkmak için de aynı
bileti kullanıyorsunuz.
Ertesi
sabah oteldeki berbat kahvaltıdan sonra 45.49144,10.60802 koordinatıyla
Milano’dan ayrılıyoruz. Burası yol üzerindeki Garda’da Sirmione Kasabası. Aşağıdaki,
“yoldabiblog.com” sitesinden aldığım anlatıyı okuyunca bu kasabaya uğramaya
karar vermiştim: “Garda’nın en çok
ziyaret edilen kasabası Sirmione.
Özellikle gölün içine doğru kıvrılmış oluşu, sizi kasabaya girerken karşılayan
kalesi ve kendi halindeki sokaklarını sevdik.
Sirmione’nin girişinde sizi surlarla çevrili ‘Scaliger Kalesi’
karşılıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi kale yıllar boyu Sirmione’yi savunmak
için kullanılmış. Kalenin tepesine çıkıp Sirmione’yi ve suların içinde nasıl
kıvrıldığını izlemek isterseniz 6 Euro’ymuş. Kaleden geçip kasabaya girince
karşınıza çeşit çeşit dondurmacılar ve pizzacılarla dolu sokaklar çıkıyor. O
zaman kendinizi işte İtalya’da hissediyorsunuz! Biraz daha ilerleyince
Sirmione’nin begonviller içindeki meşhur evi karşınıza çıkıyor. Tamam kabul, bu
evin önünde fotoğraf çektirmek çok klişe, ama ev o kadar güzel ki!
Sirmione, yer altından çıkan
şifalı termal sularıyla ünlüymüş ve kasabanın içinde ‘Terme di Sirmione’
isimli çok büyük bir termal merkez var. İster otel olarak kullanıp gece de
kalabiliyor, ister termal hizmetlerinden günlük giriş ücreti vererek
yararlanabiliyormuşsunuz.
Dondurma
yemezsek içimizde kalacağı için ‘Geletocu’
Ai Cigni’yi denedik. Ne diyelim, adamlar bu işi biliyor!” https://yoldabiblog.com/garda-golu-ve-sirmione-gezi-rehberi/
Büyük bir hevesle
geldiğimiz bu kasabada maalesef arabayı bırakabileceğimiz oto park bulamadık.
Tüm otoparklar tıklım tıklım. Birinci vitesle, ağır ağır, iki tur atarak hem
etrafa baktık hem de otoparklarda boş yer aradık. Bulamayınca şansımıza küsüp
Verona koordinatını girdik. (45.43665,10.99155) Buradan Verona 43 km. Sorunsuzca
arabayı otoparka bırakıp dolaşmaya başladık.
Dünyanın
en çok bilinen aşk hikayesinin mekanı olan Verona’da zaman sanki ortaçağdan bu
yana hiç akmamış. Tamamı UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan Verona, muhteşem
bir kent. Adige Nehri de kente ayrı bir güzellik katıyor.
İlk durağımız Piazza Bra. Koordinatını
verdiğim otoparktan çıkıp sağa dönünce buraya geliyorsunuz. Meydanın etrafı
birbirinden güzel evlerle çevrili. Bir tarafında Vittorio Emanuele II anıtı,
diğer tarafta ise Verona Arenası var. (Bu
arena Roma Arenası’ndan daha eskiymiş.)
Piazza Bra
Verona Arenası
Piazza Bra’yı gezip
fotoğrafladıktan sonra Arena’nın sol tarafındaki Via Giuseppe Mazzini’ boyunca
vitrinleri seyrederek yürüyüp (500 m.) Via Cappello’ya çıktık. Burası Juliet
Evi’nin olduğu sokak. Sağa dönüp 70 m. yürürseniz evi görürsünüz. Zaten
kalabalık sizi oraya sürükleyecektir.
Romeo ve Juliet, iki umutsuz
aşığın kavuşamadan hayata veda ettiği Shakespear’in
en ünlü eserlerinden biri.
Juliet’in soyadı Capulet’i andırdığı için; bölgede yaşayanlar Veronalı Cappello ailesinin evine, Juliet’in Evi demeye başlamışlar. Bu zamanla kulaktan kulağa yayılmış. Kavuşmak isteyen aşıklar evin duvarlarına dileklerini yazmışlar, mektuplar bırakmışlar. Binanın şöhreti artınca restore edilip balkon da eklenmiş avlusuna da Juliet’in heykeli konmuş, olmuş sana Jüliet Evi.
Jüliet Evi
Jüliet Evi her zaman kalabalık.
Jüliet Evi
Piazza Delle Erbe
Milano,
Garda, Verona, Venedik toplam 300 km. Yol düzgün, trafik var. Yol ücretleri
gişelerde ödeniyor.
Otelimiz Venedik’in hemen
dışında Marghera ile Mestre Bölgesinin sınırında. Geniş ve tertemiz odalar,
otoparkı var. Kahvaltı hariç 2 oda 274.50 € Bu gezideki en pahalı konaklamamız.
Otele
yerleşip kısa bir dinlenmeden sonra Venedik’i keşfe çıkıyoruz. Venedik’e
arabayla gitmenin park problemi nedeniyle pek akıllıca olmayacağını
düşündüğümden ve otelin yakınında otobüs durağı olduğundan, resepsiyona otobüs
bileti satıp satmadıklarını soruyorum. Bilet satmıyorlar ama bilet alabileceğim
yeri işaretlerle anlatıyorlar. Tarif ettikleri yerde sadece bir veya iki günlük
geçerli bilet var, fiyatı 25 ve 35 € Venedik’te tek yön otobüs bileti 1.50 €
olduğundan, bu fiyat bana pahalı geliyor, almıyorum. Etrafa baksam da başka
bilet alacak yer yok. Durağa gelen otobüs şoförüne soruyoruz. Yok. “Hadi gelin
bu sefer de biletsiz olsun” demiyor. Mestre tarafında istasyon var, dönüp o
tarafa yürüyoruz. Bingo! 1.50 €’ya biletlerimizi alıp Venedik’e gidiyoruz.
Venedik’te otobüsün (veya
trenin) son durağında indiğinizde hemen karşınızda San Marco’ya giden
vapurettoların kalktığı iskele var. Vapuretto bileti 9.50 €. Büyük kanal üzerinden
40 dakikada San Marco Meydanına gidiyor. Yol boyunca birçok iskeleye yanaşıyor.
Etrafı seyrederek çok keyifli bir yolculuk yapıyorsunuz. Öneririm.
San
Marco Meydanı ve etrafında bulunan gezilecek yerlerle ilgili aşağıdaki notlar https://gezilecekyerler-listesi.com/venedik/ adlı siteden alınmıştır. Biz de bu bilgilerden
yararlanarak gezdik.
San Marco
Meydanı
Venedik’in en turistik
yerleri arasında olan San Marco
Meydanı, şehirdeki
en çok turistik yere ev sahipliği yapan yer olmasıyla ilgi görüyor. Burası
şehrin kalbinin attığı yer. Bu meydanda, San Marco Bazilikası, Dükler Sarayı,
Ahlar Köprüsü, Aziz Mark’ın Çan Kulesi gibi Venedik’te kaçırılmaması gereken
birçok önemli yapıyı görebilirsiniz. Meydan birbirinden güzel kafeler ve
restoranlar ile çevrili. Fakat bu meydanda bulunan restoranların ve kafelerin
şehirdeki en pahalı mekanlar olduğunu da unutmayın.
San Marco Meydanı
San Marco Bazilikası: Venedik’in en ünlü meydanı San Marco Meydanı iken,
Venedik’in en ünlü yapısı da San Marco Bazilikası‘dır. Meydanı
görmedeki en büyük nedenlerden biri olan bu bazilika, hem dış hem de iç
mimarisiyle dikkat çekiyor. Bu dini yapının içerisindeki zengin dekorlar,
heykeller, hazineler ve freskler, Venedik’te görebileceğiniz en güzel sanat
eserleri olarak kabul ediliyor. Ön cephedeki süslemelerden, heykellerden ve
diğer sanat eserlerinden kubbeli tavanın içerisindeki eşsiz fresklere ve Bizans
eserlerine kadar, her şey özenle yapılmış. Tarihi 1094 yılına kadar uzanan
bazilika, Ayrıca İtalya’nın en önemli dini yapılarından biri olarak kabul
ediliyor.
Palazzo Ducale (Dükler
Sarayı): San Marco Meydanı’nı
süsleyen bu görkemli sarayın içerisine de mutlaka göz atın. Dışarıdan gayet
zarif ve şık olsa da, iç dekor ve mobilyalar kelimenin tam anlamıyla muhteşem. Sarayın
ön cephesinin duvarlarında bir dizi elmas desenle beyaz taştan yapılmış güzel
kemerli tasarımlar yer alıyor. Saray içerisinde birbirinden değerli birçok
eseri de görebiliyorsunuz. Sarayın San Marco Havzasına bakan kanadı yapıdaki en
eski bölümdür. Bu kanat, 1340 yılında yeniden inşa edilmiş. San Marco
Meydanı’na bakan kanat ise, 1424 yılında bugünkü halini almış.
Ahlar Köprüsü: Venedik’in en romantik
yeri şüphesiz Ahlar Köprüsü. (Dükler sarayının kanala bakan yanından yürü. Oradaki köprünün üzerinden
bakınca görürsün.) Venedik’te yargılanan
mahkumlar, ilk olarak Doge Sarayı’nın altında bir yeraltı hapishanesinde
tutulmuşlardır. Mahkum sayısı arttıkça bu alan, kanalın karşısında bulunan yeni
hapishaneye doğru genişletilmiştir. Hemen sonra inşa edilen Ahlar Köprüsü’nün o
dönemdeki kullanım amacı, mahkumları doğrudan hücrelerine nakletmek olmuştur.
Hapishane hücrelerine veya infaza giden mahkumların son olarak bu köprüden
geçtiği ve buradan Venedik’in mükemmel manzarasına son bir bakış attıkları
bilinmektedir. (https://www.ytur.net/gezi-rehberi/venedik/ahlar-koprusu.html)
Aziz Mark’ın Çan Kulesi: 98,6 metre yüksekliğiyle Venedik’teki en yüksek bina olma özelliğini koruyan Aziz Mark’ın Çan Kulesi, San Marco Meydanı’nın en güzel ve en eski yapılarından biri. Tarihi 9. yüzyıla kadar uzanan bu kule, aslen gözetleme kulesi olarak kullanılmış. Günümüzde görünen kule ise 1902’de yıkılan yapının yerine inşa edilmiş. Bu kulenin tepesine çıkarak, Venedik’teki hemen her yeri çok rahat bir şekilde görebiliyorsunuz. Kuleye asansör ile çıkıyorsunuz. Çoğu zaman kalabalık oluyor. Bu yüzden de uzun kuyruklara girmeniz gerekebiliyor.
San Marco Meydanı ve etrafını gezdikten sonra Rialto köprüsüne yürüyoruz.
“Venedik’te çoğu yer kalabalık, ancak Rialto Köprüsü
kadar dar ve kalabalık bir yer daha yok diyebiliriz. Köprü çok büyük değil.
Malum her turist köprünün en güzel yerinde fotoğraf çektirmek istiyor. Hal
böyle olunca etraf ana baba günü. San
Marco ve San Polo bölgelerini birbirine bağlayan bu köprü, 1524 yılında yıkılına
kadar yüzlerce yıl ayakta durmuş. 1524’ten sonra yeniden taş bir köprü olarak
yapılmış. Günümüzde gördüğünüz köprü o tarihten günümüze Venedik’in en önemli
çekim merkezlerinden biri olmayı sürdürüyor.”
Rialto Köprüsü
Köprüyü de fotoğrafladıktan sonra yürüyerek Piazzale Roma’ya dönmeye karar
veriyoruz. (Otobüslerin kalktığı meydan) Venedik’in ara sokaklarında kaybolarak
kimi zaman “maps.me” uygulamasına bakarak, kimi zaman kalabalığı izleyerek ilerliyoruz.
Küçük köprülerin üzerinden geçiyor, kanal boylarından yürüyoruz. Aslında çok
zevkli bir yürüyüş oluyor. Ancak tepemizde hızla toplanan yağmur bulutları
keyfimizi kaçırıyor. Hızlı hızlı yürüyüp meydana çıkıyoruz. Biletlerimizi alıp
6 nolu otobüsle otele dönüyoruz. Tam kapıdan girerken sağanak başlıyor. Ufak
bir çilingir sofrası muhabbetiyle geceyi sonlandırıyoruz.
Ertesi
sabah 45.91930,13,62238 koordinatıyla Venedik’ten ayrılıyoruz. Burası 126 km
ilerde Slovenya sınırında benzinlik. Buradan Slovenya vinyeti alıyoruz. Venedik’ten
Lubyana 240 km.
İtalya’ya İsviçre sınırından
girdik, Slovenya sınırından çıktık. Üç ayrı gişede toplam 18.20 € yol ücreti
ödedik. Otoyola girerken aldığın bileti çıkıştaki makineye okutuyorsun. Kaç
para olduğu ekrana yazılıyor bir bölme açılıyor. Metal paraları oraya koyuyorsun
bölme kapanıyor. Para fazlaysa üstünü veriyor. Bariyer açılıyor, geçiyorsun.
Ayrıca kredi kartı ve kağıt parayla da ödeme yapılıyor.
İki
ülke arasındaki sınırda kontrol yok. Rahatça geçiyoruz. Slovenya İtalya’dan
daha yeşil, yolları daha düzgün gibi geliyor bize. Lubyana’da “Rooms Valentino”
da kalacağız. (46.06567,14.49356) İki kişilik iki oda 152.20 €. Kahvaltı yok.
Burası da resepsiyonu olmayan, oda kapısının yanındaki şifreli kutudan anahtar
alınıp girilen bir otel. Aynı kutudan araç için park kartı çıkıyor. Az
ilerideki otoparkta bu kartı kullanıyorsunuz. Otele giriş saati 16.00, çıkış
10.00 Daha önce girmek, daha sonra
çıkmak isterseniz ayrıca 25 € ücret istiyorlar. Kredi kartından ekstra 80 € depozit alıyorlar. Alt kat odaları yol
seviyesinin altında. Pencereden bakınca yürüyen ayaklar görüyorsunuz. Yol
üstünde, merkeze 2 durak. Yakındaki börekçinin börekleri de enfes.
Yakındaki büfeden bilet alıp
merkeze iniyoruz. Temiz, sakin, huzurlu ve yemyeşil olan bu kentte her yer yürüme mesafesinde. Çeşmelerinden akan sular
içiliyor.
Kentin meydanı Presernov,
trafiğe kapalı. Burası kentin en turistik meydanı. Slovenya’nın en ünlü
şairlerinden biri France Prešeren’in heykeli de bu meydanda.
“Heykel tam meydanın ortasında, bakış yönü ile aynı doğrultudaki binaya
bakıldığında, özellikle hava kararıp ışıklandırıldığında, pencereden dışarıyı
izliyormuş gibi bakan bir kadın yüzü görülür. Bu Preseren’in sevip de
kavuşamadığı Julija’sıdır.”
Bu meydanı
Fransız kilisesi, pastel renkli binalar, şirin kafeler ve köprüler çevreliyor.
Bol bol fotoğraf çekeceksiniz.
Presernov Meydanı
Fransız Kilisesi
Meydanda
göreceğiniz somon renkli bina 1660’da yapılmış Fransız Kilisesi. İleride
ejderha heykelleri ile süslenmiş “Ejderha Köprüsü” var. Kafanızı
kaldırdığınızda bütün görkemi ile “Lubyana Kalesi” ni görüyorsunuz. Biz
çıkmadık ama Central Market’in arkasındaki ağaçlık alandan füniküler kalkıyor.
Üç kardeşler köprüsü olarak da bilinen Tromostovje Köprüsü, Lubyana’nın en önemli köprülerinden biri olup yerel halkın buluşma
noktasıdır. Hemen ilerisinde ise aşk kilitlerinin asıldığı Mesarski Köprüsü bulunur.
Bu köprülerden nehir üzerinde gelip geçen tekneleri seyretmek hoş oluyor.
Nehir
kenarının bir arkasındaki yol üzerinde alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar
sıralanmış. Yolun ilerisinde Lubyana Katedrali de var. Katedralin önündeki alan
akşamları çok şenlikli oluyor. Genci – yaşlısı, yerlisi – yabancısı insanlar
burada toplanıyorlar. Alandaki küçük dükkanlardan yiyecek ve içeceklerini alıp merdivenlere
oturuyorlar. Bir yandan sohbet edip bir yandan müzik dinleyip karınlarını
doyuruyorlar. Biz de aralarına karışıp geceyi sonlandırıyoruz.
Bizim bu gezide görmeyi planladığımız son kent Lubyana’ydı. Artık dönüş
yoluna geçeceğiz. Lubyana Yalova arası 1580 km. Tek şoförle bu yolu bir seferde
aşmak kolay değil. Artı arada zaman kaybedeceğimiz sınır kapıları da var. Önce
Belgrad’da konaklamayı düşünsek de Belgrad’ı geçip Niş’e kadar gitmeye karar
veriyoruz. Lubyana Niş 765 km.
Ertesi sabah otel yakınındaki börekçiden aldığımız kıymalı, peynirli,
otlu böreklerle kahvaltımızı yapıyoruz. Yola çıkmadan Niş’teki “Garni Hotel
Panaroma” da yerimizi de ayırtıyoruz. (43.30377,21.8905) İki kişilik iki oda
kahvaltı dahil 106.62 €.
Saat 10.00’da
başladığımız yolculuk 18.30’da Niş’te sona erdi. Daha izin sezonu başlamadığı
için sınırlar boştu. Hiç beklemeden geçtik. Otele yerleştikten sonra arabayla
kente indik. İndik diyorum çünkü otel Niş’in tepesinde. Orman ve şehir
manzaralı. Arabayla merkezde turladıktan sonra Lidl’da son alışverişlerimizi
yapıp otele döndük.
Sabah güzel ve doyurucu bir kahvaltının ardından yola çıktık.
Sırbistan’dan itibaren sınırda az da olsa beklemeler başladı. Hız kurallarına
uyarak yola devam ettik. Sınırlarda bagaj kontrolü yapılmadı. Sadece bizim
sınırdan geçerken “Alkol, et ve et ürünleri, çay var mı?” diye sordular.
Olmadığını söyleyip geçtik. Sabah 10.00’da Niş’ten başlayan yolculuğumuz saat
22.00’da evimizin önünde son buldu. 837 km’lik yolculuk 12 saat sürmüştü.
Kilometre saati 161.389’u gösteriyordu.
Günler sonra
eve kavuşmanın sevinci yorgunluğumuzu hissettirmedi.
2006 model arabayla, yabancı dil bilmeden dört kişi yapılan bu yolculukta
herhangi bir dil problemi yaşamadık. Herkesle bir şekilde anlaştık, derdimizi
anlattık. İnsanlar genelde iyi niyetli, yardımcı oluyorlar. Ayrıca Avrupa
yollarında araba kullanmak inanın çok zevkli. Herkes kurallara uyuyor, birbirine
saygılı, yol veriyor, gülümsüyor. Kendinizi değerli hissediyorsunuz. Tabi bir
de günlük politikanın hay huyundan uzak olmak da huzurunuzu arttırıyor.
Bu gezinin maliyetine gelince. Biz
harcamalarımız için ortak kasa oluşturduk. Tüm harcamaları o kasadan yaptık.
Nerelere neler harcadık:
Toplam 4676 km
yol yapmışız. 253 litre mazota 399 € ödedik. Toplam 9 gecelik konaklama için
1185 €. Otoyol, tünel ücretleri (ceza
dahil):320 €. Yeşil sigorta: 47.25 €. Otopark ücreti: 90 €. Şehir içi toplu taşıma ücretleri: 60 €.
Toplam: 2.101 €. Yeme içme ve sair
masraflar da toplam:1.100 € genel toplam: 3.200 €. Kişi başı 800 € harcamışız
ki bu planladığımdan daha az ve oldukça da uygun.
İçinizdeki
seyyahı harekete geçirin, vurun kendinizi yollara… Kim tutar sizi?..
Hoşçakalın, “seyahatte
kalın…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder