Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

14 Temmuz 2023 Cuma

 

                                ARABAYLA AVRUPA 2023

 

                   2. BÖLÜM       ZÜRİH’ DEN YALOVA’YA

 

Sabah nefis bir kahvaltı yaptıktan, yolluklarımızı aldıktan, evdekilerle vedalaştıktan sonra Milano’ya doğru yola çıkıyoruz. Milano’da Otel Cantrale’de kalacağız. (45.49403,9.20842)  Kahvaltı dahil 2 oda 176 €. Özel otopark 10 €. Milano merkeze metro ile 5 durak. Otelden 700 m. yürüyüp metro durağına ulaşıyorsunuz. Geniş, ferah, temiz odalar. Kahvaltı felaket. Kruvasan, reçel, çay, kahve. Hepsi bu kadar.

Milano’ya gelmeden önce yol üzerindeki Como Gölü’ne uğrayacağız. Como’daki kapalı otoparkın koordinatını girip (45.81056,9.08634) yola çıkıyoruz.

Como Gölü, 146 kmyüzölçümü ile İtalya’nın 3. büyük gölü. Gölün kuzey bölümü tarıma daha uygun alanlara sahip ve nüfus yoğunluğu daha az. Gölün azami derinliği 410 m ve bu derinlik ile Avrupa’nın en derin gölü unvanına da sahip.

Diğer taraftan Como gölü 170 km sahil uzunluğu ile İtalya’nın en uzun, Avrupa’nın 3. en fazla sahil uzunluğuna sahip gölü.”

 

Etrafa bakına bakına ilerlerken yol tıkandı. Zürih’ten bu yana 94 km. gelmişiz. Dur kalk ilerliyoruz. 45 dakikada 2 km. yolu geçip Gotthard tüneline geldik. Burada geçişler kontrollü yapıldığı için her zaman kuyruk oluyormuş. Tünel sonrası Como’ya vardık. Navigasyonun yönlendirmesiyle gidiyorum. Eski kentin ara sokaklarına girdik. Sağa dön, sola dön gidiyoruz. Yemek yiyenlerin arasından, hediyelik eşya satıcılarının içinden geçiyoruz. ‘Bu işte bir hata var amma..’ diye düşünüyorum. En sonunda bir yere geldik “hedefiniz karşıda”… Tamam, karşıda otoparkı görüyorum ama yol demir bariyerlerle kapalı. İnip bakıyorum, geçmek mümkün değil. Başka yol aratıyorum. Gene sokak aralarında dolaştırıp aynı yere getiriyor. Klimaya rağmen kan ter içinde kalıyorum. ‘Başlarım Comosuna momosuna’ deyip  Milano’daki otel koordinatını girerek hızla Como’dan çıkıyoruz.  (Bu, gezimiz boyunca navigasyonun tek hatasıydı.)

İtalya’da trafik biraz daha yoğun. Küçük arabalar daha çok. Vinyet uygulaması yok. Otoyol ücretleri gişelerde ödeniyor.

Otelde biraz dinlendikten sonra Milano’yu keşfe çıkıyoruz. İlk durağımız Piazza del Duomo- Milano (Duomo Meydanı) Kırmızı metro hattıyla buraya geliyoruz. Her zamanki gibi kalabalık. Burada Katedrali, Galeria Emanuele’yi geziyoruz. Arka taraftaki opera binasını ve yanındaki tarihi Scala Meydanı’nı da geziyoruz. O bölgede lüks alışveriş sokakları olan  Via Monte  Napoleone ve via Spiga’da sadece vitrinlere bakıyoruz.

           Duomo Katedrali     
             Katedral gerçekten muhteşem.
              Taş işçiliği göz kamaştırıyor.
               Duomo Meydanı
            Galeria Emanuele
           Galeria Emanuele
                  Galeria Emanuele Girişi


Yürüyerek Sforzesco Şatosuna gidiyoruz. Şatoyu ve arkasındaki bahçeyi geziyoruz. Epey yorulduk. Banklarda oturup dinleniyoruz.


                               Sforzesco Şatosu ve bahçe fotografları








Duomo Meydanı’na dönerken  mağazalara uğruyoruz. Meşhur İtalyan dondurmaları da tadıyoruz. Vakit epey geç oluyor. Bu kadar Milano gezisi yeter deyip otele dönüyoruz.

Milano’da tek yön metro bileti 1,5 €. Biletleri metro gişesi, gazete bayi ya da otomatlardan alıyorsunuz. Turnikeden geçtikten sonra biletinizi atmayın, çıkmak için de aynı bileti kullanıyorsunuz.

 

Ertesi sabah oteldeki berbat kahvaltıdan sonra 45.49144,10.60802 koordinatıyla Milano’dan ayrılıyoruz. Burası yol üzerindeki Garda’da Sirmione Kasabası. Aşağıdaki, “yoldabiblog.com” sitesinden aldığım anlatıyı okuyunca bu kasabaya uğramaya karar vermiştim: “Garda’nın en çok ziyaret edilen kasabası Sirmione. Özellikle gölün içine doğru kıvrılmış oluşu, sizi kasabaya girerken karşılayan kalesi ve kendi halindeki sokaklarını sevdik.

Sirmione’nin girişinde sizi surlarla çevrili ‘Scaliger Kalesi’ karşılıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi kale yıllar boyu Sirmione’yi savunmak için kullanılmış. Kalenin tepesine çıkıp Sirmione’yi ve suların içinde nasıl kıvrıldığını izlemek isterseniz 6 Euro’ymuş. Kaleden geçip kasabaya girince karşınıza çeşit çeşit dondurmacılar ve pizzacılarla dolu sokaklar çıkıyor. O zaman kendinizi işte İtalya’da hissediyorsunuz! Biraz daha ilerleyince Sirmione’nin begonviller içindeki meşhur evi karşınıza çıkıyor. Tamam kabul, bu evin önünde fotoğraf çektirmek çok klişe, ama ev o kadar güzel ki!

Sirmione, yer altından çıkan şifalı termal sularıyla ünlüymüş ve kasabanın içinde ‘Terme di Sirmione’ isimli çok büyük bir termal merkez var. İster otel olarak kullanıp gece de kalabiliyor, ister termal hizmetlerinden günlük giriş ücreti vererek yararlanabiliyormuşsunuz.

Dondurma yemezsek içimizde kalacağı için ‘Geletocu’ Ai Cigni’yi denedik. Ne diyelim, adamlar bu işi biliyor!” https://yoldabiblog.com/garda-golu-ve-sirmione-gezi-rehberi/

Büyük bir hevesle geldiğimiz bu kasabada maalesef arabayı bırakabileceğimiz oto park bulamadık. Tüm otoparklar tıklım tıklım. Birinci vitesle, ağır ağır, iki tur atarak hem etrafa baktık hem de otoparklarda boş yer aradık. Bulamayınca şansımıza küsüp Verona koordinatını girdik. (45.43665,10.99155) Buradan Verona 43 km. Sorunsuzca arabayı otoparka bırakıp dolaşmaya başladık.

Dünyanın en çok bilinen aşk hikayesinin mekanı olan Verona’da zaman sanki ortaçağdan bu yana hiç akmamış. Tamamı UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan Verona, muhteşem bir kent. Adige Nehri de kente ayrı bir güzellik katıyor.

İlk durağımız Piazza Bra. Koordinatını verdiğim otoparktan çıkıp sağa dönünce buraya geliyorsunuz. Meydanın etrafı birbirinden güzel evlerle çevrili. Bir tarafında Vittorio Emanuele II anıtı, diğer tarafta ise Verona Arenası var. (Bu arena Roma Arenası’ndan daha eskiymiş.)

                                                     Piazza Bra

                                           Verona Arenası


Piazza Bra’yı gezip fotoğrafladıktan sonra Arena’nın sol tarafındaki Via Giuseppe Mazzini’ boyunca vitrinleri seyrederek yürüyüp (500 m.) Via Cappello’ya çıktık. Burası Juliet Evi’nin olduğu sokak. Sağa dönüp 70 m. yürürseniz evi görürsünüz. Zaten kalabalık sizi oraya sürükleyecektir.

Romeo ve Juliet, iki umutsuz aşığın kavuşamadan hayata veda ettiği  Shakespear’in en ünlü eserlerinden biri.

Juliet’in soyadı Capulet’i andırdığı için; bölgede yaşayanlar Veronalı Cappello ailesinin evine, Juliet’in Evi demeye başlamışlar. Bu zamanla kulaktan kulağa yayılmış. Kavuşmak isteyen aşıklar evin duvarlarına dileklerini yazmışlar, mektuplar bırakmışlar. Binanın şöhreti artınca restore edilip balkon da eklenmiş avlusuna da Juliet’in heykeli konmuş, olmuş sana Jüliet Evi.

        Jüliet Evi
      Jüliet Evi her zaman kalabalık.
  Jüliet Evi

 Jüliet evi’nden geri dönüp yürürseniz Piazza Delle Erbe’ye çıkarsınız. Ortasında alışveriş yapabileceğiniz tezgahlar da olan bu meydanı da gezip geri dönüyoruz.

      Piazza Delle Erbe
         Piazza Delle Erbe


Verona’da gezilecek yerler elbette bu kadar değil. Ama zamanımız bu kadar. Gerçi benim buraya ikinci gelişim ama nasıl olsa bir kez daha geliriz diyerek Venedik’teki
  Hotel Lugano Torretto’nun koordinatını (45.47987,12.23194) girip yola çıkıyoruz.

Milano, Garda, Verona, Venedik toplam 300 km. Yol düzgün, trafik var. Yol ücretleri gişelerde ödeniyor.

Otelimiz Venedik’in hemen dışında Marghera ile Mestre Bölgesinin sınırında. Geniş ve tertemiz odalar, otoparkı var. Kahvaltı hariç 2 oda 274.50 €  Bu gezideki en pahalı konaklamamız.

Otele yerleşip kısa bir dinlenmeden sonra Venedik’i keşfe çıkıyoruz. Venedik’e arabayla gitmenin park problemi nedeniyle pek akıllıca olmayacağını düşündüğümden ve otelin yakınında otobüs durağı olduğundan, resepsiyona otobüs bileti satıp satmadıklarını soruyorum. Bilet satmıyorlar ama bilet alabileceğim yeri işaretlerle anlatıyorlar. Tarif ettikleri yerde sadece bir veya iki günlük geçerli bilet var, fiyatı 25 ve 35 € Venedik’te tek yön otobüs bileti 1.50 € olduğundan, bu fiyat bana pahalı geliyor, almıyorum. Etrafa baksam da başka bilet alacak yer yok. Durağa gelen otobüs şoförüne soruyoruz. Yok. “Hadi gelin bu sefer de biletsiz olsun” demiyor. Mestre tarafında istasyon var, dönüp o tarafa yürüyoruz. Bingo! 1.50 €’ya biletlerimizi alıp Venedik’e gidiyoruz.

Venedik’te otobüsün (veya trenin) son durağında indiğinizde hemen karşınızda San Marco’ya giden vapurettoların kalktığı iskele var.  Vapuretto bileti 9.50 €. Büyük kanal üzerinden 40 dakikada San Marco Meydanına gidiyor. Yol boyunca birçok iskeleye yanaşıyor. Etrafı seyrederek çok keyifli bir yolculuk yapıyorsunuz. Öneririm.

                                                           Büyük kanaldan manzaralar

San Marco Meydanı ve etrafında bulunan gezilecek yerlerle ilgili aşağıdaki notlar https://gezilecekyerler-listesi.com/venedik/  adlı siteden alınmıştır. Biz de bu bilgilerden yararlanarak gezdik.

San Marco Meydanı                                           

Venedik’in en turistik yerleri arasında olan San Marco Meydanı, şehirdeki en çok turistik yere ev sahipliği yapan yer olmasıyla ilgi görüyor. Burası şehrin kalbinin attığı yer. Bu meydanda, San Marco Bazilikası, Dükler Sarayı, Ahlar Köprüsü, Aziz Mark’ın Çan Kulesi gibi Venedik’te kaçırılmaması gereken birçok önemli yapıyı görebilirsiniz. Meydan birbirinden güzel kafeler ve restoranlar ile çevrili. Fakat bu meydanda bulunan restoranların ve kafelerin şehirdeki en pahalı mekanlar olduğunu da unutmayın.


                                    San Marco Meydanı


San Marco Bazilikası: Venedik’in en ünlü meydanı San Marco Meydanı iken, Venedik’in en ünlü yapısı da San Marco Bazilikası‘dır. Meydanı görmedeki en büyük nedenlerden biri olan bu bazilika, hem dış hem de iç mimarisiyle dikkat çekiyor. Bu dini yapının içerisindeki zengin dekorlar, heykeller, hazineler ve freskler, Venedik’te görebileceğiniz en güzel sanat eserleri olarak kabul ediliyor. Ön cephedeki süslemelerden, heykellerden ve diğer sanat eserlerinden kubbeli tavanın içerisindeki eşsiz fresklere ve Bizans eserlerine kadar, her şey özenle yapılmış. Tarihi 1094 yılına kadar uzanan bazilika, Ayrıca İtalya’nın en önemli dini yapılarından biri olarak kabul ediliyor.

Palazzo Ducale (Dükler Sarayı): San Marco Meydanı’nı süsleyen bu görkemli sarayın içerisine de mutlaka göz atın. Dışarıdan gayet zarif ve şık olsa da, iç dekor ve mobilyalar kelimenin tam anlamıyla muhteşem. Sarayın ön cephesinin duvarlarında bir dizi elmas desenle beyaz taştan yapılmış güzel kemerli tasarımlar yer alıyor. Saray içerisinde birbirinden değerli birçok eseri de görebiliyorsunuz. Sarayın San Marco Havzasına bakan kanadı yapıdaki en eski bölümdür. Bu kanat, 1340 yılında yeniden inşa edilmiş. San Marco Meydanı’na bakan kanat ise, 1424 yılında bugünkü halini almış.

Ahlar Köprüsü: Venedik’in en romantik yeri şüphesiz Ahlar Köprüsü. (Dükler sarayının kanala bakan yanından yürü. Oradaki köprünün üzerinden bakınca görürsün.) Venedik’te yargılanan mahkumlar, ilk olarak Doge Sarayı’nın altında bir yeraltı hapishanesinde tutulmuşlardır. Mahkum sayısı arttıkça bu alan, kanalın karşısında bulunan yeni hapishaneye doğru genişletilmiştir. Hemen sonra inşa edilen Ahlar Köprüsü’nün o dönemdeki kullanım amacı, mahkumları doğrudan hücrelerine nakletmek olmuştur. Hapishane hücrelerine veya infaza giden mahkumların son olarak bu köprüden geçtiği ve buradan Venedik’in mükemmel manzarasına son bir bakış attıkları bilinmektedir. (https://www.ytur.net/gezi-rehberi/venedik/ahlar-koprusu.html)



Aziz Mark’ın Çan Kulesi: 98,6 metre yüksekliğiyle Venedik’teki en yüksek bina olma özelliğini koruyan Aziz Mark’ın Çan Kulesi, San Marco Meydanı’nın en güzel ve en eski yapılarından biri. Tarihi 9. yüzyıla kadar uzanan bu kule, aslen gözetleme kulesi olarak kullanılmış. Günümüzde görünen kule ise 1902’de yıkılan yapının yerine inşa edilmiş. Bu kulenin tepesine çıkarak, Venedik’teki hemen her yeri çok rahat bir şekilde görebiliyorsunuz. Kuleye asansör ile çıkıyorsunuz. Çoğu zaman kalabalık oluyor. Bu yüzden de uzun kuyruklara girmeniz gerekebiliyor.

San Marco Meydanı ve etrafını gezdikten sonra Rialto köprüsüne yürüyoruz.

Venedik’te çoğu yer kalabalık, ancak Rialto Köprüsü kadar dar ve kalabalık bir yer daha yok diyebiliriz. Köprü çok büyük değil. Malum her turist köprünün en güzel yerinde fotoğraf çektirmek istiyor. Hal böyle olunca etraf ana baba günü.  San Marco ve San Polo bölgelerini birbirine bağlayan bu köprü, 1524 yılında yıkılına kadar yüzlerce yıl ayakta durmuş. 1524’ten sonra yeniden taş bir köprü olarak yapılmış. Günümüzde gördüğünüz köprü o tarihten günümüze Venedik’in en önemli çekim merkezlerinden biri olmayı sürdürüyor.”


                  Rialto Köprüsü

Köprüyü de fotoğrafladıktan sonra yürüyerek Piazzale Roma’ya dönmeye karar veriyoruz. (Otobüslerin kalktığı meydan) Venedik’in ara sokaklarında kaybolarak kimi zaman “maps.me” uygulamasına bakarak, kimi zaman kalabalığı izleyerek ilerliyoruz. Küçük köprülerin üzerinden geçiyor, kanal boylarından yürüyoruz. Aslında çok zevkli bir yürüyüş oluyor. Ancak tepemizde hızla toplanan yağmur bulutları keyfimizi kaçırıyor. Hızlı hızlı yürüyüp meydana çıkıyoruz. Biletlerimizi alıp 6 nolu otobüsle otele dönüyoruz. Tam kapıdan girerken sağanak başlıyor. Ufak bir çilingir sofrası muhabbetiyle geceyi sonlandırıyoruz.

Ertesi sabah 45.91930,13,62238 koordinatıyla Venedik’ten ayrılıyoruz. Burası 126 km ilerde Slovenya sınırında benzinlik. Buradan Slovenya vinyeti alıyoruz. Venedik’ten Lubyana 240 km.

İtalya’ya İsviçre sınırından girdik, Slovenya sınırından çıktık. Üç ayrı gişede toplam 18.20 € yol ücreti ödedik. Otoyola girerken aldığın bileti çıkıştaki makineye okutuyorsun. Kaç para olduğu ekrana yazılıyor bir bölme açılıyor. Metal paraları oraya koyuyorsun bölme kapanıyor. Para fazlaysa üstünü veriyor. Bariyer açılıyor, geçiyorsun. Ayrıca kredi kartı ve kağıt parayla da ödeme yapılıyor.

İki ülke arasındaki sınırda kontrol yok. Rahatça geçiyoruz. Slovenya İtalya’dan daha yeşil, yolları daha düzgün gibi geliyor bize. Lubyana’da “Rooms Valentino” da kalacağız. (46.06567,14.49356) İki kişilik iki oda 152.20 €. Kahvaltı yok. Burası da resepsiyonu olmayan, oda kapısının yanındaki şifreli kutudan anahtar alınıp girilen bir otel. Aynı kutudan araç için park kartı çıkıyor. Az ilerideki otoparkta bu kartı kullanıyorsunuz. Otele giriş saati 16.00, çıkış 10.00  Daha önce girmek, daha sonra çıkmak isterseniz ayrıca 25 € ücret istiyorlar. Kredi kartından ekstra 80 €   depozit alıyorlar. Alt kat odaları yol seviyesinin altında. Pencereden bakınca yürüyen ayaklar görüyorsunuz. Yol üstünde, merkeze 2 durak. Yakındaki börekçinin börekleri de enfes.

Yakındaki büfeden bilet alıp merkeze iniyoruz. Temiz, sakin, huzurlu ve yemyeşil olan bu kentte her yer  yürüme mesafesinde. Çeşmelerinden akan sular içiliyor.

Kentin meydanı Presernov, trafiğe kapalı. Burası kentin en turistik meydanı.  Slovenya’nın en ünlü şairlerinden biri France Prešeren’in heykeli de bu meydanda.

“Heykel tam meydanın ortasında, bakış yönü ile aynı doğrultudaki binaya bakıldığında, özellikle hava kararıp ışıklandırıldığında, pencereden dışarıyı izliyormuş gibi bakan bir kadın yüzü görülür. Bu Preseren’in sevip de kavuşamadığı Julija’sıdır.”

Bu meydanı Fransız kilisesi, pastel renkli binalar, şirin kafeler ve köprüler çevreliyor. Bol bol fotoğraf çekeceksiniz.



                         Presernov Meydanı

               Fransız Kilisesi

Meydanda göreceğiniz somon renkli bina 1660’da yapılmış Fransız Kilisesi. İleride ejderha heykelleri ile süslenmiş “Ejderha Köprüsü” var. Kafanızı kaldırdığınızda bütün görkemi ile “Lubyana Kalesi” ni görüyorsunuz. Biz çıkmadık ama Central Market’in arkasındaki ağaçlık alandan füniküler kalkıyor.


                                    Lubyana Kalesi

Üç kardeşler köprüsü olarak da bilinen  Tromostovje Köprüsü, Lubyana’nın en önemli köprülerinden biri olup yerel halkın buluşma noktasıdır. Hemen ilerisinde ise aşk kilitlerinin asıldığı Mesarski Köprüsü bulunur.

      Tromostovje Köprüsü

         Mesarski Köprüsü

Bu köprülerden nehir üzerinde gelip geçen tekneleri seyretmek hoş oluyor.


    Nehir kenarının bir arkasındaki yol üzerinde alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar sıralanmış. Yolun ilerisinde Lubyana Katedrali de var. Katedralin önündeki alan akşamları çok şenlikli oluyor. Genci – yaşlısı, yerlisi – yabancısı insanlar burada toplanıyorlar. Alandaki küçük dükkanlardan  yiyecek ve içeceklerini alıp merdivenlere oturuyorlar. Bir yandan sohbet edip bir yandan müzik dinleyip karınlarını doyuruyorlar. Biz de aralarına karışıp geceyi sonlandırıyoruz.




Bizim bu gezide görmeyi planladığımız son kent Lubyana’ydı. Artık dönüş yoluna geçeceğiz. Lubyana Yalova arası 1580 km. Tek şoförle bu yolu bir seferde aşmak kolay değil. Artı arada zaman kaybedeceğimiz sınır kapıları da var. Önce Belgrad’da konaklamayı düşünsek de Belgrad’ı geçip Niş’e kadar gitmeye karar veriyoruz. Lubyana Niş 765 km.

Ertesi sabah otel yakınındaki börekçiden aldığımız kıymalı, peynirli, otlu böreklerle kahvaltımızı yapıyoruz. Yola çıkmadan Niş’teki “Garni Hotel Panaroma” da yerimizi de ayırtıyoruz. (43.30377,21.8905) İki kişilik iki oda kahvaltı dahil 106.62 €.

Saat 10.00’da başladığımız yolculuk 18.30’da Niş’te sona erdi. Daha izin sezonu başlamadığı için sınırlar boştu. Hiç beklemeden geçtik. Otele yerleştikten sonra arabayla kente indik. İndik diyorum çünkü otel Niş’in tepesinde. Orman ve şehir manzaralı. Arabayla merkezde turladıktan sonra Lidl’da son alışverişlerimizi yapıp otele döndük.

Sabah güzel ve doyurucu bir kahvaltının ardından yola çıktık. Sırbistan’dan itibaren sınırda az da olsa beklemeler başladı. Hız kurallarına uyarak yola devam ettik. Sınırlarda bagaj kontrolü yapılmadı. Sadece bizim sınırdan geçerken “Alkol, et ve et ürünleri, çay var mı?” diye sordular. Olmadığını söyleyip geçtik. Sabah 10.00’da Niş’ten başlayan yolculuğumuz saat 22.00’da evimizin önünde son buldu. 837 km’lik yolculuk 12 saat sürmüştü. Kilometre saati 161.389’u gösteriyordu.

Günler sonra eve kavuşmanın sevinci yorgunluğumuzu hissettirmedi.

2006 model arabayla, yabancı dil bilmeden dört kişi yapılan bu yolculukta herhangi bir dil problemi yaşamadık. Herkesle bir şekilde anlaştık, derdimizi anlattık. İnsanlar genelde iyi niyetli, yardımcı oluyorlar. Ayrıca Avrupa yollarında araba kullanmak inanın çok zevkli. Herkes kurallara uyuyor, birbirine saygılı, yol veriyor, gülümsüyor. Kendinizi değerli hissediyorsunuz. Tabi bir de günlük politikanın hay huyundan uzak olmak da huzurunuzu arttırıyor.

 Bu gezinin maliyetine gelince. Biz harcamalarımız için ortak kasa oluşturduk. Tüm harcamaları o kasadan yaptık. Nerelere neler harcadık:

Toplam 4676 km yol yapmışız. 253 litre mazota 399 € ödedik. Toplam 9 gecelik konaklama için 1185 €.  Otoyol, tünel ücretleri (ceza dahil):320 €. Yeşil sigorta: 47.25 €. Otopark ücreti: 90 €.  Şehir içi toplu taşıma ücretleri: 60 €. Toplam:  2.101 €. Yeme içme ve sair masraflar da toplam:1.100 € genel toplam: 3.200 €. Kişi başı 800 € harcamışız ki bu planladığımdan daha az ve oldukça da uygun.

İçinizdeki seyyahı harekete geçirin, vurun kendinizi yollara… Kim tutar sizi?..

Hoşçakalın, “seyahatte kalın…”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder