Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Temmuz 2016 Cuma

11 ÜLKE 10 BAŞKENT ARABAYLA AVRUPA TURU BÖLÜM 7


ARABAYLA AVRUPA  GEZİSİ YOL NOTLARI 7

 

     Hamburg’dan  (Jagel’den)  Amsterdam’a

 

         Sabah uyandığımızda kahvaltımız hazırlanmış, teyze oğlu Cengiz ve eşi  bizi bekliyor. Sağlam bir kahvaltıdan sonra Cengiz’in hazırladığı yollukları da alarak veda ediyoruz. Hava yine ağlamaklı “Bazen yağmur nasıl hazin yağar bilir misin? Kurşuni gökyüzünden ağlamaklı...” Demiş ya şair. İşte tam öyle ‘ağlamaklı’ yağıyor.

Bugün önce Bremen’e uğrayacağız. 53.085381,8.814102 koordinatıyla çıkıp 3 saat sonra 230 km. yolu aşıp Bremen tren istasyonunun arkasındaki park yerine geliyoruz. İstasyonda tuvalet molası da veriyoruz. Daha önce de söz etmiştim. Tuvalet ihtiyacımızı genelde Mc Donalds’larda karşılıyoruz. Bazıları bedava olsa da büyük bir çoğunluğu 0,50 euro. Tren istasyonlarındaki tuvaletler ise 1 euro. Burada size tren bileti alırken kullanacağınız 0,50 euroluk bir kupon veriyorlar. Tabi bizi tren bileti almadığımız için hiç işimize yaramıyor bu kuponlar.

İstasyonun içinden geçip ana caddeye çıktık. Biraz ilerideki kanalın kenarında kurulu yel değirmenini geziyoruz.

 


Değirmen gezisinden sonra tramvay yolunu izleyerek ana meydana çıkıyoruz. Burada Lieben Frauen Kirche’yi, hemen yanındaki Bremen Mızıkacıları anıtını, Belediye binasını, St. Petri kilisesini gördükten sonra Kilisenin karşısındaki Balgebrückstrasse’ den Weser nehrine doğru yürüyoruz. Köprüye gelince sağa dönüp ikinci sokağa sapıyoruz. Burası Böttcher strasse. 

Tekrar  köprüye gelip bu sefer sola dönüyoruz. Soldan birinci sokağa Stavendamm’a giriyoruz. İleride ufak bir meydana çıkıp sağ ilerdeki Schnoor sokağını geziyoruz.

Bu gezdiğimiz yerlerle ilgili internetten derlediğim bilgiler: “Bremen, Almanya Federal Cumhuriyeti'nde büyük, işlek bir liman ve sanayi kentidir. Kuzey Denizi'nden 77 km içeride, Weser Irmağı kıyısındaki kent Bremen eyâletinin başkentidir.

İkinci Dünya savaşının o kargaşa, bombalanma olayında bile, Markt platz, Rathhaus, meydanındaki tarihi binalar bombalanma riskine karşı sökülmüş, savaş sonrası da eski orijinal haline getirilmiştir. Hitler’in seçim kazanamadığı yerlerden birisidir, Bremen.

Bremen’in nüfusu, 650 bin civarında, 35 bin’i Türk. Türklere ait bir çok iş yeri var, on dört cami ve bir çok spor kulübü var. Bunlardan en önemlisi “Vatan Spor”.

Yerel yönetim binası “Rathaus” Almanya’daki örnekleri arasında hatırı sayılır güzellikte bir yapı öyle ki UNESCO dünya mirasının bir parçası olarak kabul edilmiş. Gotik tarzdaki yapının tarihi 1405 yıllına uzanıyor. Bremen’de en meşhur yerler Marktplatz, Böttcherstraße, Schnoor ve Schlachte’dir.

Pirinç ve çelikten yapılmış 2000 adet çivi sizi Liebfrauen Kilisesi’nden Marktplatz’a, oradan da El İşçileri Sokağı olarak ün salmış Böttcher Sokağı’na getirir. Bremen’de her sokak, Marktplatz’a açılan bir kapıdır. Marktplatz, Büyük Barok ve Rönesans yapılarının yanı sıra, alışveriş ve kafeleriyle de Altstadt’ın merkezi konumunda.”

Bremen Mızıkacıları:  “Açık ara şehrin sembolü. Altstadt bölgesinde, Liebefrauen Kilisesi ve Belediye Binası’nın arasında kalıyor. Gözleriniz keskin değilse, heykeli uzaktan görmeniz imkansız. Çok ufak bir heykel olmasından dolayı, etrafındaki turistler nedeniyle dikkatinizi çekecek.  Çivi yolunda da yer alan bu heykel; Grimm Kardeşler tarafından Bremen’in en önemli parçası haline gelmiş. Buraya kadar gitmişken, eşeğin bacağını iki elinizle birden hafifçe okşamayı ve  dilek tutmayı unutmayın. Tek bir elinizle okşarsanız, dileğiniz gerçek olmuyor.”

Böttcher Sokağı: “Herkese farklı duygular yaşatan, Bremen’in sanat sokağı burası. Değişik müzeleri, bronz heykelleri, ortaçağdan kalma evleri ve restoranlarıyla ön plana çıkıyor.”

Schnoor: “Bremen’in büyülü sokakları ve panoramik köşesi olan Schnoor, renkli küçük evleri, birbirinden farklı onlarca hediyelik eşya dükkanları, mikro restoranları ve orta çağ kültürüyle sizi hemen içine alan bambaşka bir diyar. Sokak o kadar güzel ve estetik ki, etrafa bakıp fotoğraf çekmekten yürüyemiyorsunuz.”











 

Kahve molasından sonra Bremen’e veda edip Amsterdam’da konaklayacağımız Campanile Hotel  koordinatıyla yola çıkıyoruz.

Bremen’le Amsterdam arası yaklaşık 350 km. Yollar gayet güzel. Zaman zaman yol çalışmaları var.

Konaklayacağımız Campanile Hotel, Amsterdam’ın dışında. Kırmızı metro hattının son durağında. 3 katlı, tüm odalar dışarıdaki koridora açılıyor. Otelden ziyade yazlık siteye benziyor. Konakladığımız tüm kentlerdeki otellerden daha pahalı. (İki kişilik odanın gecesi 75 euro. Kahvaltı hariç.) Amsterdam’da bulabildiğim en uygun otel buydu. Otopark geniş ve bedava. Otoparktan çıkarken kapıda, resepsiyondan alacağınız şifreyi girmeniz gerekiyor.

Odalarımızda biraz dinlendikten sonra resepsiyondan metro biletlerini alıp şehir merkezine iniyoruz. Yol yaklaşık yarım saat sürüyor.

Benim bu Amsterdam’a 3. gelişim. Her gelişte yeni yerler keşfediyorum.

Klasik Dam Meydanı turundan sonra, Red Light turumuzu atıyoruz.

Mc Donalds’ta karnımızı doyurduktan sonra kalabalığın akışına bırakıyoruz kendimizi.

En son metro 00.30’ da. Kaçırırsak otele dönmek epey zor olacak. Merkezde park yeri bulmanın zorluğu ve park ücretlerinin pahalılığı (saati 5 euro) nedeniyle arabayı otelde bıraktık.

Son metroya yetişip otele dönüyoruz.





 

Dün akşam marketten aldıklarımızla odada güzel bir kahvaltı yapıyoruz.

Bugün önce Volendam ve Marken’e gideceğiz. Oraları gezdikten sonra Amsterdam meydanlarını dolaşacağız. Hava güneşli değil ama yağmur da yağmıyor.

Volendam deniz kenarında şirin mi şirin bir balıkçı kasabası. Amsterdam’a 23 km. 52.498890,5.079269 koordinatıyla yola çıkıyoruz. Burası Volendam’da park yeri. Üstelik ücretsiz.

Yol üzerinde gördüğümüz yel değirmenine sapıyoruz önce. İçeri almıyorlar. Biz de dıştan fotoğraflıyoruz.




 
 

Volendam’ da arabayı bıraktığımız yerden park etmiş olan otobüslere doğru yürüyüp sola dönünce deniz kenarına çıkıyoruz. Limana doğru yürüyüp etrafımızı seyrediyoruz. Sanki bir masal şehrindeyiz. Birbirinden güzel evler, çiçekler, yeşillik…

Limanda tur tekneleri var. Marken’e giden tekneler de buradan kalkıyor. Sahil boyunca yürüyoruz. Peynirciler, hediyelik eşya satıcıları, kafeler… Volendam’a hayran kalıyoruz.









 
 

Volendam Marken arası 16 km. Marken aslında bir ada, ancak karayla bağlantısı var. 52.456292,5.104987 koordinatı Marken’ de park yeri. Bu noktadan ileriye araç geçişi de yok. Arabayı bırakıyoruz. Park bileti almak için makinenin başına geçiyorum. Her tarafını karıştırmama rağmen bir türlü bilet almayı beceremiyorum. Arkamdakine sıramı verip nasıl bilet alacak diye yandan bakıyorum. O da beceremiyor. İkimiz birlikte en sondakinden yardım istiyoruz. Meğer arabanın plakasını da girmek gerekiyormuş. Yardımla bileti alıp arabaya bırakıyorum. Hanımdan da ‘Ne kadar çok oyalandın’ diye fırça yiyiyorum.

Park yerinin yanındaki tahta köprüden geçip deniz kenarına doğru yürürken yağmur bastırıyor. Ama nasıl yağmur?... Bir çatı altında yarım saat bekliyoruz. Biraz hafifler gibi oluyor ama duracağı yok. Marken’i gezmekten vazgeçip arabaya dönüyoruz.



 

Yağmur altında otelimize dönüyor, yağmur dinene kadar dinleniyoruz. Yağmur dinince bu sefer 24 saatlik birer bilet alıp metroyla merkeze gidiyoruz.

(Amsterdam’daki toplu ulaşım biletlerini Tramvay ve otobüslerin içinden, metroda ise istasyonlardaki  makinelerden  alabilirsiniz. Bir saatlik bilet fiyatı 2.80 €.   24 saatlik kart, 7.50 €, Diğer günlük kartlar gibi gün sonunda bitmiyor. İlk kullandığınız andan itibaren 24 saat geçerli.

Bileti kullanmaya başlamak için makineye okutmanız; başka bir araca aktarma yaparken de biletinizin geçerli olması için indiğiniz araçta bileti makineye okutup, bindiğiniz araçta bileti tekrar okutmanız gerekiyor. Aksi takdirde bilet çalışmıyor. )

 Cantraal Stationdan kalkan 2 nolu tramvayla Leidsplein’e geliyoruz. (1 ve 5 nolu tramvaylar da gelir.) Etrafa bakındıktan sonra  yürüyerek Museumplein’e geçiyoruz. Meşhur I AMSTERDAM yazısı burada. Önünde fotoğraf çektirmeden olmaz.

 
Tramvayla tekrar Dam meydanına geliyoruz. Burada ki Nationaal Monument’ e anıtına yüzünüz dönük sağdaki Kalverstraat adlı alışveriş caddesine giriyoruz. Toplam 8-9 yüz metrelik bu caddede o dükkan senin, bu dükkan benim… bakmaktan hanımlar bir türlü ilerleyemiyor. Bize ise mağazalar önünde dikilip beklemekten başka yapacak bir şey kalmıyor.
Nihayet şikayetlerimiz dikkate alınıyor ve 3 saat sonra Dam meydandaki heykelin orada buluşmak üzere ayrılıyoruz. Zaten maçlar da var. Biz hızla geri dönüp, benim önceki gelişimde konakladığım hostelin barına gidiyoruz.
Bir şeyler içip maçımızı seyrediyoruz…
Hanımlar birkaç poşetle geri geldiklerinde vakit epey ilerlemişti. Gezerken belirlediğimiz lokantada karnımızı doyuruyoruz.
Sabah kahvaltısı ve yolluk için bir şeyler alıp otelimize dönüyoruz.








Amsterdam gerçekten defalarca gelinecek bir kent. Her gelişte yeni yerler keşfediyorsunuz. Sokaklarında plansızca dolaşması, vakit geçirmesi oldukça zevkli. Ben bu kente gene gelirim…
 
Sabah, Roterdam ve Antverp’i gezip, Brüksel’e gideceğiz.
 
 
 
 
 

27 Temmuz 2016 Çarşamba

11 ÜLKE 10 BAŞKENT ARABAYLA AVRUPA TURU BÖLÜM 6


ARABAYLA AVRUPA  GEZİSİ YOL NOTLARI 6

 

      Berlin’den  Hamburg’a

 

         Bugün Berlin’den yola çıkıp önce Hamburg’a sonra da Hamburg’un 110 km. kuzeyindeki Jagel adlı bir köye gideceğiz.

Berlin Hamburg arası 285 km. 53.504486,11.082892 koordinatıyla yola çıkıyoruz. Burası Berlin’den 215 km. mesafede Wittenburg adlı bir kasabada Lidl marketinin otoparkı. Yanında  Aldi de var. Her iki market de Avrupa’nın ucuz alışveriş yerleri. Yiyecekten giyime aranılan bulunuyor.

Bu marketlerde epeyce oyalandıktan sonra Hamburg’ a doğru hareket ediyoruz.

Hamburg’da ilk durağımız merkez tren istasyonunun karşı tarafındaki Satrün mağazasının  park yeri. Arabayı buraya bıraktıktan sonra trafiğe kapalı alışveriş caddesi Mönckebergstrasse üzerinden etrafa bakına bakına Rathausmarkt’a doğru ilerliyoruz. Eşimle birlikte daha önce de Hamburg’a birkaç sefer gelidiğimiz için hatıralar canlanıyor. ‘Bak burada şu vardı, burada şunu yapmıştık….’ Konuşa konuşa ilerliyoruz.

Meydana varmadan soldaki Hauptkirche Sankt Petri’ yi geziyoruz.

Belediye binasının olduğu Rathausmarkt her zamanki gibi kalabalık. Meydanı ve çevresini dolaştıktan sonra alışveriş için hanımları serbest bırakıp 2 saat sonra buluşmayı kararlaştırıyoruz.


 
 
 

Biz tekrar geri dönerek Satrün mağazasından hanımın telefonu için kılıf alıyoruz. Sim kartı da kestirip  Berlin’den aldığım yeni telefona taktırıyoruz. Tüm bu işlemleri mağazada çalışan Türk gençlerden biriyle hallediyoruz. Her zaman söylediğim gibi, Almanya’ da dil sıkıntısı çekilmez. ‘Türkçe bilen var mı?’ diye bağırsanız üç beş kişi bulursunuz. İstasyonun ön tarafındaki “Gaziantep Kebap Salonu, Beyti Mangal, Sait Köfte, Sönmez Market…” gibi Türk iş yerlerinin de bulunduğu Steindam caddesini geziyoruz…


 
Hanımlarla buluştuktan sonra, 53.550141,9.969051 koordinatıyla Hamburg’un dünyaca meşhur kırmızı noktalı bölgesi St. Pauli’ deki Reeperbahn caddesinin başına geliyoruz. Cadde üzerinde ve caddenin sonunda park yerleri var.
Bölgeyi etraflıca gezdikten sonra teyze oğlu ile buluşmak üzere yola çıkıyoruz.
Hamburg’un 110 km. kadar kuzeyinde Jagel adlı çok şirin bir köyde su kayağı tesisi var teyze oğlunun.




 

 
3 gece orada konaklayıp, bir gün diğer teyze oğullarının iş yerlerinin olduğu Damp kasabasını gezeceğiz. Bir gün de Kopenhang’a gidip döneceğiz. Jagel’ le Danimarka sınırı 20 km.
Telefon ederek mangalı yakıp, rakıyı soğutmasını tembih ediyoruz.
1.30 saat sonra evdeyiz. Odalarımıza yerleşip duş aldıktan sonra mangal başına geçiyoruz.
 
 
 
 
 
 

 

Gecenin ilerleyen saatlerine dek sürüyor muhabbet.
 
Güzel bir kahvaltının ardından diğer teyze oğullarını görmek için 40 km. kadar uzakta Baltık Denizi kenarındaki bir kasaba olan Damp’a gidiyoruz.
En küçük teyze oğlunun orada “karavan kamping” i var. Büyük teyze oğlu da cafe restaurant çalıştırıyor.
Her ikisini de ziyaret ediyoruz. Kampingdeki karavanlardan birkaçını inceliyoruz. Karavanla gezmenin çok zevkli olacağına karar veriyoruz. “30 yaş kadar daha genç olsaydım, mutlaka bir karavan alırdım.”  Diyorum… Nedense gülüyorlar.
 Damp
 Damp liman
                                  Sahil


   Teyze oğlunun karavan parkı
 
 
Hep birlikte yenen yemekten  sonra Jagel’e dönüyoruz. Dönüş yolunda teyzeoğlu ‘Hadi Schleswig’i de gezelim’ deyince hiç itiraz etmiyoruz. Almanya’nın kuzeyindeki bu küçük şehir bizi kendine hayran bırakıyor.
 
 Schleswig






 
Yorgun ama mutlu eve dönüyoruz. Bir iki kadehle yorgunluğumuzu attıktan sonra dinlenmeye çekiliyoruz.
 
Ertesi gün erkenden Kopenhag’a doğru yola çıkıyoruz. İlk durağımız 55.393724,10.388568 koordinatındaki Odense Anderson Bahçeleri.
Odense, Danimarka'nın üçüncü büyük şehridir. Nüfusu 150 binden fazladır. Ayrı zamanda Fyn adalarının başkentidir. Ünlü yazar ve şair Hans Christian Andersen, 2 Nisan 1805 günü Odense şehrinde doğmuştur. Odense şehrinin 2010 nüfus sayımına göre nüfusu 166.305 tir.(Vikipedi)
 
Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor. Navigasyon bir ara sapıtıyor veya ben yanlış anlıyorum, otoyolda ters yöne giriyoruz.
Otoyoldan çıkıp ara yollarda epey gezindikten sonra yolu doğrultuyoruz.
Daha önce de bu yoldan Danimarka’nın Almanya’ya en yakın şehri Aabenraa’ ya gitmiştim. Arabadakilere sınırdan elimizi kolumuzu sallayarak geçeceğiz. Hiç kontrol yok, derken polis durduruverdi. İşaret ettiği yere çektim arabayı.
Camı hafif aralayıp ellerim direksiyonun üzerinde bekledim yanıma gelmesini. (Amerika’da, polis durdurduğu zaman böyle yapmam tembihlenmişti.)
Geldi, arabanın içine hızlıca bir göz attı. Pasaportları istedi, aldı ilerideki ofise gitti. Beş dakika kadar sonra geri geldi, ehliyeti istedi, aldı gitti.
Bir müddet sonra pasaportlar elinde ofisten çıktı. Bir başka polisi yanına gitti. Pasaportları gösterdi. Artık öbürü ne dediyse, ehliyeti ve pasaportları geri verdi, iyi yolculuklar diledi. Toplam 20- 25 dakika oyalandık.
Daha sonra kendi aramızda, polisin yeşil pasaportun ne olduğunu bilmediği için vize aradığı o yüzden oyalandığımız yorumunu yaptık.
Hem başta yolu şaşırmamız hem de bu kontrol işi bize epey vakit kaybettirdiği için Odense’ye uğramaktan vazgeçtik. Andersen’in evini ve müzesini onun biraz yukarısındaki besteci Carl Nielsen müzesini gezecektik. Siz giderseniz bizim yerimize de gezin.
55.689396,12.598455 koordinatıyla Kopenhag’a doğru devam ettik. Odense’ye gelirken uzun bir köprüden geçmiştik. Ücretsizdi. Osmangazi Köprüsünü andık. Odense’den sonra, Nyborg kentinde bir köprüye daha girdik. Toplam uzunluk 17 km. Geçiş ücreti 30 euro. Dönüşte de aynı parayı ödüyorsunuz.
Jagel’ den  355 km. sonra Kopenhag’a vardık. Navinin yol göstericiliğinde şehir içinde ilerliyoruz. Kırmızı ışıkta yanımdaki arabayı kullanan genç: “Abi hoş geldiniz. Bu yaşıma kadar burada bir 34 plakalı TIR, bir de sizi gördüm. Nasıl yardım edebilirim?” demez mi. Hepimiz şaşırdık, sevindik. İsteğim üzerine limandaki park yerine kadar bizi götürdü. Teşekkür ettik, ayrıldık.
Arabayı park ettik. Makineden fişi alıp dışarıdan görünecek şekilde arabaya bıraktıktan sonra yüzümüz denize dönük sola yürüyerek 450 m. sonra  Kopenhang’ın simgesi olan “The Little Mermaid”  küçük deniz kızı heykelini gördük. Fotoğraflar  çektik.
 
 
 “Küçük Deniz Kızı” nı gördükten sonra geri dönerek “Gefion Fountain”i (çeşme) hemen yanında St. Alban’s Church’ü gezdik.. Biraz ilerde “Museum of Danish Resistance” yi dıştan seyrettikten sonra  hemen karşıdaki Amaliegade caddesinden yürüyerek “Amelienborg” meydanına çıktık. Meydanın 4 tarafındaki binaları gezdik. Ortadaki heykeli fotoğrafladık. Tam karşıdaki Frederik Church’e giderek içini ve etrafını gezdik. (Bu arada ben tekrar park yerine gidip makineye para atarak yeni park fişi aldım.)
Kiliseye arkan dönük sağa doğru (Bredgade) yürüdük. Soldaki heykelli sokağa da göz attık. Sonra sola kanal boyuna doğru dönüp her iki yakadan da yürüdük. Rengarenk sıralanmış evlerin fotoğraflarını çektik.
 






 
Kanal boyunda gezerken karnımız acıktı. Hanım da makarna yiyelim deyince bir İtalyan lokantasına oturduk. Önümüzde kanal manzarası, elimizde dilini anlamadığımız bir menü. Bir şekilde 3 makarna, bir pizza sipariş edip afiyetle yedik. Masraf olmasın diye 2 şişe su içtik. Hesap 100 euro. Gözlerimiz fal taşı gibi açıldı. Kuzu kuzu hesabı ödeyip, bir daha gelirsem öp beni diyerek kalktık.
 
Kanalın yanından yürüyerek meydana çıkıp sola dönüp yürüdük. Önünde iki oturan adam heykeli olan binayı geçtikten sonra çatısında MAGASIN_DU_NORD yazan binanın önüne gelip araçların geliş yönüne doğru yürüyerek 2. sokağa saptık.   Burası Stroget sokağıdır.
“Kopenhag Gezilecek & Görülecek Yerler ikinci sırasında bulunan Stroget Sokağı, Kopenhag’ın en eğlenceli ve cıvıl cıvıl sokağı, aynı zamanda Dünya’nın en uzun trafiğe kapalı alışveriş caddelerinden biri.
Sokağın her köşe başında bir gösteriye rastlayabilirsiniz. Sokak müzisyenleri, dans gösterisi yapanlar ve sihirbazlar bu caddenin ayrılmaz parçaları.
3 km boyunca uzanan Stroget Sokağında gezerken yorulursanız, oturup etrafı izlemek için sıralanmış banklar da bulunuyor.”
Caddeyi boydan boya geziyoruz. Hediyelik eşya satıcılarından magnetler alıyoruz. Kopenhag’da euro geçmiyor. Teyze oğlunun verdiği kronları harcıyoruz.
 
 
 
 
 
 
 
Sokak gezisi bitince denize kenarından yürüyüp kanalın karşı tarafındaki opera binasını uzaktan seyrediyoruz.
 
 
 
 
 
Artık geri dönüş saati yaklaşıyor. Elbette Kopenhag’ın gezilecek yerleri bu kadar değil.
Nüfusu yaklaşık olarak 5 milyon olan bu ülkede, insanların 1/3’ü başkent Kopenhag’da yaşıyor. Daha gezilecek çok yer var ama bize bu kadarı yeter deyip dönüş yolculuğuna başlıyoruz.
Sabah sağanak halinde yağan yağmur durduğu için gerek gezerken gerekse dönüş yolunda sıkıntı çekmiyoruz. 4.30 saatlik bir yolculuktan sonra Jagel’de, göl kenarında kurulmuş masaya oturuyoruz.
Gezimizin 3 günlük bu bölümü gerçekten harika geçti. Teyze oğlu Cengiz, bizi mükemmel ötesi ağırladı. Kendisi ve ailesi bizi ağırlamak için seferber oldular. Buradan hepsine tekrar teşekkür ediyoruz.
Sabah Amsterdam’a doğru yola çıkacağız. Masa etrafında son sohbetlerle birlikte son yudumlarımızı da içip yatıyoruz.












 
Jagel' den   Amsterdam'a   7. bölümde...