OTOBÜSLE AVRUPA TURU 2015
Doğru dürüst dil bilmeden Avrupa’da gezmek mümkün mü? Hangi
zorluklarla karşılaşılabilir? Becerebilir miyim?... Uzun zamandır bu sorular
kafamda uçuşup duruyor. En iyisi gitmek, görmek, bire bir yaşamak dedim ve…
Gittim, bire bir yaşadım ve döndüm. Yurtdışına çıkmak
isteyip de dil bilmediği için çekinenlere, ‘ay kaybolursak’ diye korkanlara, ‘ya
başımıza bir şey gelirse’ diye endişe edenlere örnek olması dileğiyle gezimin
teknik ayrıntılarını detaylı bir şekilde yazmaya çalıştım.
HAZIRLIK
Aylar
öncesinden planlama başladı. Oğlum Londra’da yaşıyor. Önce onun yanına gitmeli.
Oradan Paris, Brüksel, Amsterdam, Prag, Münih ve İstanbul. Beş yıllık İngiltere vizem var.Yeşil
pasaportum olduğu için diğer ülkelerde vize problemim yok.
Önce
biriken millerle İstanbul - Londra, Münih - İstanbul uçak biletleri alındı.
Toplam 13 gün. Şehirlerarası ulaşım otobüsle yapılacak. İnternetten her şehrin
gezilecek yerleri araştırılıp google map üzerinden toplu taşımayla nasıl
gidilebileceği incelendi. Notlar alındı.
Kalınacak hosteller Booking.com aracılığıyla merkeze fazla
uzak olmayan, metro istasyonlarına yakın, ucuz olanlardan seçildi. (Hemen
belirteyim, rezervasyonlarda hiçbir sıkıntı yaşamadım.)
Londra-Paris, Paris-Brüksel otobüs biletlerini de (Eurolines) internet üzerinden aldım.
Brüksel Amsterdam arasında sık otobüs seferi var. Bileti
Brüksel’den aldım. Amsterdam’dan Prag’a otobüsle 17 saatte gidiliyor. Otobüs 76
euro. Aynı fiyata uçak (easyJet) olunca uçağı tercih ettim.
Prag Münih arası otobüs biletini de internet üzerinden
aldım. Sonuç
olarak; Brüksel Amsterdam arası hariç tüm ulaşımı internet üzerinden
biletledim.
Ulaşım için harcadığım paraya gelince:
Londra – Paris otobüs bileti
45 paund.
Paris- Brüksel otobüs bileti 14 euro
Brüksel - Amsterdam Otobüs bileti 13 euro.
Amsterdam – Prag uçak bileti
76 euro
Prag – Münih otobüs bileti 28,80 euro
60 yaşından
büyük olduğum için otobüs biletlerinde 3-5 euroluk “senyor” indirimi var.
Hostel
rezervasyonlarının ve biletlerin çıktılarını alıp dosyaladım. Google map yardımıyla
hostellere nasıl ulaşabileceğimi belirledim. Tüm çıktıları cep telefonuna
depoladım. Ayrıca dosyalayıp yanıma aldım.
Hareket serbestliği sağlayabilmek için küçük bir sırt
çantası ve kabin boy bir valize eşyalarımı sığdırdım.
LONDRA
29 Nisan
2015 sabahı saat 10.30’da Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan Londra’ya hareket ettik.
3.30 saat sonra Londra Stansted Havaalanına indik. Saatleri 2 saat geri aldık.
Fazla kalabalık olmamasına rağmen pasaport kontrolünde 1,5
saat bekledik. Detaylı bir şekilde pasaportun her sayfası incelendi. Parmak izi
alındı. Uçakta doldurduğumuz “Landing
Card” incelendi. (Bu kartlarda adı soyadı, doğum tarihi, mesleği, Londra’da
kalacağı adres, ne kadar kalacağı, pasaport ve uçuş numaraları soruluyor.
Türkiye’deyken google üzerinden çevirtip bir örnek yanıma almıştım.)
Bagajınızı alıp çıktığınızda sağ tarafta National Expres,
hemen arkasında da Terravision otobüs şirketlerinin bilet satış yerleri var. Bu
iki şirket Londra merkeze otobüs kaldırıyor. Ayrıca tren seferleri de var.
Oğlumun evinin yakınında son durağı olan Terravision
şirketinden 8 paunda bir bilet aldım. Otobüse binmek için, bilet aldığın katın
bir kat altına iniyorsun. Gelenlerin birçoğu otobüsü tercih ediyor. Onları da
izleyebilirsin. Alt katta bekleme odası (Waiting Room), tuvalet ve kafe var.
10-15 dakikalık bir beklemenin ardından otobüse bindik.
Hemen hareket etti. Havaalanından merkeze yolculuk 1 saat sürdü.
Londra’da 2
gece kaldım. Daha önce de Londra’da kaldığım için gezmediğim yer pek yoktu.
Amaçsız etrafa bakına bakına dolaştım. Toplu taşıma için ‘oyster card’
kullandım. Bu
ön ödemeli bir kart. Parayı önceden yüklüyorsunuz. (Makine veya gişelerden para
yüklemesi yapılıyor.) Binerken ve inince kartı okutuyorsunuz. Londra’da ulaşım
ve gezilecek yerlerle ilgili bilgileri internette bulabilirsiniz.
Londra’da müzeler ücretsiz. Daha önce gezmediğim Tate
Moderne gittim. Ayrıca Türk semti Harringay, (Buraya ulaşmak için mavi
Piccadilly hattının Cockfosters yönüne binip 11 durak sonra Turnpike Lane
durağında inmeniz yeterli.) St.Paul’s Katredal, Porto Bello, Camden Town,
Borough Market Londra’da tekrar uğradığım yerler oldu. Tabi bir de Soho…
1 Mayıs İşçi Bayramını da Trafatgar Meydanı’nında kutladım.
( 300- 350 kişilik bir kalabalık vardı. Polisleri tek tek saydım 21
kişiydiler.)
Paris’e ve diğer birçok şehre gidecek otobüsler Londra
Victoria Coahc Station’dan kalkıyor. Buraya ulaşmak için Liverpol Street’ten
kalkan ve Londra’nın merkezinden geçen 11 nolu otobüsü kullandım. Ayrıca
8-36-73 nolu otobüslerin son durakları Victoria. Buradan biraz yüründüğünde
Londra Victoria Coahc Station’a ulaşılabiliniyor. Metro ile de ulaşmak mümkün.
Eurolines
Paris otobüsü, Londra Victoria Coahc Station’dan tam zamanında (21.30) kalktı.
50 dakika kadar şehir içinde gittikten sonra şehrin dışına çıktık. 23,45’te
Dover limanına ulaştık.
İngiltere’ye
girerken pasaport kuyruğunda bir buçuk saat beklemiştim. İngiltere’den çıkış,
Fransa’ya giriş 3 otobüs dolusu yolcu için sadece yarım saat sürdü. 3 Otobüs
arka arkaya çıkış-giriş kontrolüne geldik. Bizim otobüs beklerken 1. otobüsteki
yolcular indi. Sırayla pasaport kontrol bölümüne girdiler. Otobüs öbür kapıya
yanaştı. O kapıdan çıkan yolcular otobüslerine bindiler. 2.otobüs de aynı
şekilde geçti. Sıra bize geldi. İlk kapıda indik. İçeride 2 görevli vardı.
Pasaportları makineye okuttular, geç dediler. Öbür kapıdan çıkıp otobüse
bindik. Böylece İngiltere’den çıkıp Fransa’ya girmiş olduk.
Dover Boğazı Manş Denizi'nin
en dar yeri. İngiltere kıyısında Dover şehri, Fransa
kıyısında Calais
şehri bulunmakta.
Dover çok büyük bir liman. Her taraf TIR dolu. Allah bu TIR
şoförlerine kolaylık versin, ömürleri beklemekle geçiyor.
15 dakikalık bir beklemenin ardından feribota bindik. Bir
buçuk saatlik keyifli bir yolculuktan sonra 2.30’da Calais’e vardık.
Calais’le Paris arası 4 saat kadar sürdü. Sabah 6.30’da
Paris Galiani Coahc Station’da yolculuğumuz sona erdi. Londra’dan Paris
otobüsle toplam 9 saat.
Aslında bu yolculuğun gündüz yapılması çok daha güzel olur.
Etrafı göre göre gidilir.
Eurolines otobüslerinde bizim şehirlerarası otobüsler gibi
ikram yok. Zaten muavin de yok. Ancak her otobüste kablosuz internet ve tuvalet
var. Bazılarında şarj için priz de vardı. Benim bindiğim otobüslerin hepsi de
zamanında kalktı. Sorunsuz yolculuk yaptık.
PARİS
Eğer
Paris’e gidecekseniz olmazsa olmazlarınızdan biri, akıllı telefonunuza
indireceğiniz “Paris Metro Subway” diye bir programdır. Andoid marketten ücretsiz
olarak indiriliyor. Bulunduğunuz yerden gitmek istediğiniz yere metroyla nasıl
gideceğinizi, hangi metronun hangi yöne gidenine bineceğinizi, nerede aktarma
yapacağınızı gösteren basit, kolay kullanımlı bir program. Paris’te metro
ulaşımı için mutlaka kullanılmalı.
Üç günlük
Paris gezimde Bellevie metro durağına 50 m . uzaklıktaki “Paris Hip Hotel” de
konakladım. Merkezden bir aktarma ile 20-25 dakikada ulaşılabiliniyor. Küçük ve
vasat odalar. Tuvalet banyo ortak. Odada sadece lavabo var. Her katta 10 oda
var. Koridorun bir başında tuvalet, öbür başında da banyo var. 3 gece için
kahvaltı hariç 118 euro ödedim. Otel civarında akşam 7’den sonra bol miktarda
çekik gözlü bayan müşteri bekliyor.
Paris’te
merkezde memleket özleminizi (varsa) giderebileceğiniz bir Türk Mahallesi de
var. 4-8-9 nolu metrolarla ulaşabileceğiniz Strasbourg Saint-Denis metro
durağında indikten sonra ‘zafer takı’ gibi bir yapı var. Onun çevresi Türk
Mahallesi. Her türlü kebap, çorba, yemek salonu mevcut. Büfelerde rakı bile
satılıyor. Herkes Türkçe konuşuyor. Buradaki ‘Mardinli Çorbacı’ da bir çorba
içilir. Akşamları bu bölgede de bol miktarda hayat kadını var.
Üç tam gün
Paris’te kalacağım için 3 günlük ‘Paris Visite Card’ aldım. 24,80 euro. Tüm
toplu taşıma araçlarında geçerli.
Paris metrosu istediğiniz her yere ulaşımı sağlıyor. Metro
girişlerinde turnikeler var. Bileti okutunca açılıyor. Başka kontrol yok.
Turnike üzerinden atlayanı, iki çocuğu önünde tek biletle geçen babayı gördüm.
Bazı metrolarda durunca kapılar kendiliğinden açılıyor.
Bazıları için kapıdaki yeşil düğmeye basmanız gerekiyor. Bazılarıysa kapı
üzerindeki kolu yukarı kaldırarak açılıyor. Metro vagonlarının ortasında ve
kapı önlerinde, yani ayakta belenen bölümlerin yanlarında açılır-kapanır
koltuklar var. Vagon boşken bunlara oturuyorsunuz, fakat vagon dolu olduğunda
buraya oturmak yasak. Kalabalık artınca kalkmak zorundasınız
Metro istasyonlarının çok azında yürüyen merdiven var. Ağır
bavulla inip çıkmak zor.
İnternette
her ayın ilk Pazar günü Paris müzelerinin bedava olduğunu okumuştum.3 Mayıs
Pazar sabah saat 8.30’da Louvre müzesine gitmek için yola çıktım. Metrodan
‘Palasis Royal Musse du Louvre’ durağında inip müze yolunu gösteren işaretleri
izleyerek cam piramidin tam altına geldim. Yine internette çok sıra olduğu, bir
saatten fazla beklendiği yazıyordu. Saat 9.00’da orda olmama rağmen hiç sıra
yoktu. Hemen müzeye girmek istedim. Görevli bilet almam gerektiğini söyledi.
“Diz dey sandey, No tiket, no mani” dediysem de uzun uzun bir şeyler anlattı.
Hiç bir şey anlamadığım için mecburen bilet alıp müzeye girdim. Daha sonra
müzeyi gezerken dışarıdaki oldukça uzun giriş kuyruğunu görünce şaşırdım. Emin
değilim ama ücretsiz giriş kuyruğu olabilir. (Louvre Müzesi giriş 12 euro,
kulaklık istersen ayrıca 5 euro daha veriyorsun. Kulaklıkta Türkçe anlatım yok.)
Louvre gerçekten çok büyük bir müze. Tüm gününü buraya ayıramayacaklar
için
(http://cokgezencocuk.blogspot.com.tr/2014/12/90-dakikada-louvre-muzesi-ziyareti.html)
adresindeki ‘90 dakikada Louvre Turu’ adlı yazıyı öneririm. Elimde bu yazıyla müzedeki en
önemli eserleri elimle koymuş gibi bulup, gördüm. Yazıyı hazırlayan ‘ Çok Gezen
Çocuk’ a teşekkür ederim.
Louvre müze binasının bir bölümünde alışveriş merkezi ve yeme içme
bölümü var. Burada hem deniz ürünleri hem de tavuklu (ikisi karışık) yapılan
‘paella’ çok güzeldi. İki gün önce Londra’da İspanyol
etkinliklerinde deniz ürünlü paella yemiş, tavuklusunda
gözüm kalmıştı. Burada her ikisini birlikte yedim. (Tabi 3 kat pahalıya. 15
euro.)
Öğleden sonra da Orsay
müzesine gittim. Ancak öylesine uzun bir kuyruk vardı ki hafiften yağan yağmur
altında bu kuyruğun sonunda sıra beklemeyi göze alamadım.
4 nolu metronun Cite veya Saint-Michel duıraklarının birinde inerek
ulaşabileceğiniz, Ile de la Cite adasında bulunan Cathedrale Notre-Dame de Paris’in
içi de dışı da bedava.
“Fransız gotik mimarisinin en güzide örneği olarak
bilinen Notre Dame, ayrıca ilk gotik katedrallerden biridir ve gotik dönem
boyunca inşası sürmüştür.” (Vikipedi)
Yine bu adanın üzerinde bulunan Saint-Michel Chapelle, Pont
Neuf (yeni köprü) ve
Fransız ihtilali sırasında giyotine gidecek mahkumların son
durağı olan, Marie Antonette ve Robespierre’in de son günlerini geçirdikleri Conciergerie binası görülebilir.
Metronun 4 hattının geçtiği Opera durağında inince
meşhur opera binası (Opera Garnier) karşınıza çıkıyor
Opera binasının hemen arkasında da 19. yüzyılda Paris’te kurulan ünlü
alışveriş merkezi Galeries Lafayette var. Bizdeki AVM’lerin tersine Pazar
günleri kapalı.
Sacre Coeur (sarka kouur diye
söyleniyor) Montmartre Tepesi’nde bulunan ve Paris’in en çok turist
çeken noktalarından biri olan bazilikadır. 2 nolu metroyla Anvers durağına
gelip oradan ister yürüyerek isterseniz metroda kullandığınız biletle ‘Funiculaire
de Montmartre’ ye binerek veya 30, 31, 54, 80 ya da 85 numaralı otobüsler ile
ulaşabilirsiniz. Bazilika ile ilgili geniş bilgiyi internette bulabilirsiniz.
“Paris manzarasını en güzel
izleyebileceğiniz Paris’in en ünlü tepesi olan Montmartre Tepesi Sacre Coeur
Bazilikası‘nın yakınındadır. Bu tepeden Paris manzarasını doyasıya
seyredebilir, tepedeki alanda bulunan ressamlara portrenizi yaptırabilirsiniz.
Bazilikanın merdivenlerinde biranızı içerken değişik sanatçıları
dinleyebilirsiniz.”
Merdivenlerden inip sağa doğru yürürseniz Boulevard
de Clichy, çevresinde konuşlanmış sex shop'ları ile ünlenen (Gerçi
Hamburg’takilerin yanında pek büyük sayılmazlar ama) Pigalle
(Pigal) gelirsiniz. Pigalle, 2 nolu metro hattının
Anvers ve Blanche istasyonları arasındadır. Paris’in Red Light’ı burasıdır. Bu
mahallenin de en meşhur yeri tabi ki kırmızı değirmen anlamına gelen Moulin
Rouge’dur.
Bu bölgede her türlü fuhuşun
döndüğü gece kulüpleri ve saunalar var, yani dilediğiniz günaha dilediğiniz
şekilde girebilirsiniz
Buradaki seks shopları merak ediyorsanız rahatlıkla içeri girip gezebilirsiniz. Kadınlı erkekli insanlar sanki market alışverişi yapar gibi seks shopları dolaşıyorlar.
Buradaki seks shopları merak ediyorsanız rahatlıkla içeri girip gezebilirsiniz. Kadınlı erkekli insanlar sanki market alışverişi yapar gibi seks shopları dolaşıyorlar.
Yine bu bulvar üzerinde 5 katlı
bir seks müzesi var. Giriş 10 euro. Ben girdim gezdim. Bu parayı vermeye
değmez.
Türk mahallesindeki çorbacının söylediğine göre seks show, kucak
dansı yapan yerlerden uzak durmak
gerekiyormuş. İçeride büyük kazık atılıyormuş.
1806 yılında Fransız İmparatoru olarak zaferlerini
taçlandırmak amacıyla Napoleon’un emri ile yapımına başlanan Zafer Takı, 1836
yılında Napoleon’un ölümünden sonra tamamlanmıştır. 50 metre yüksekliğinde ve 45 metre genişliğindedir.
Metronun 1-2-6 numaralı hatları
ile ‘Charles de Gaulle Etoile’ durağında inerek veya 22, 30, 31, 52, 73, 92
numaralı otobüslerle ulaşabilirsiniz. Metro istasyonundan alt geçitle yanına
gelinebilen Zafer Takı’nda 2. dünya savaşında ölen askerlerin anısına hiç
sönmeyen bir ateş vardır.
Concorde
Meydanı’nda son bulan ünlü Şanzelize
Caddesi‘nin (Champs Elysees) başında bulunmaktadır.
Zafer Takı’ndan Concorde
Meydanı’na kadar Şanzelize Caddesi‘nde yürümek Paris’in olmazsa
olmazlarındandır.
Père Lachaise
Cemetery (Ünlüler mezarlığı)
: Paris’teki en büyük ve dünyanın en ünlü mezarlığı. Paris'te
turistler tarafından en çok gezilen on yerden biri. 2 nolu metro
hattının Pere Lachaise durağında indikten sonra sol taraftaki duvar boyunca
aşağıya doğru 500 m .
kadar yürüyerek giriş kapılarından
birine ulaşılıyor.
“Moliere ve Jean
de La Fontaine'in mezarları buraya taşınmış... Honore de
Balzac (1799-1850), Maria Callas (1923-1977), Frederic
Chopin (1810-1849), Auguste Comte (1798-1857), Alphonse
Daudet (1840-1897), Louis Joseph Gay-Lussac
(1778-1850), Antoine Lavoisier (1743-1794), Yves
Montand (1921-1991), Edith Piaf (1915-1963), Simone
Signoret (1921-1985) ve Oscar Wilde (1854-1900)
buraya defnedilen meşhurlardan bazıları...
Bizden iki isim burada: Yılmaz
Güney (1937-1984) ve Ahmet Kaya (1957-2000).”
Kapı girişinde ünlü kişilerin
bazılarının mezar yerlerini gösteren kroki var.
Çok büyük bir mezarlık. Kapıdan
mezarlık planı almadan gezmeyin, aradıklarınızı bulamazsınız.
Mezarlık içinde kremantoryum da var. Kremantoryum çevresinde küçük
dolaplar var. Üzerlerine isimler yazılıp, küller konuluyor.
Dünyadaki en ünlü anıtlardan biri
olan Eiffel Kulesi’ni Paris’e gelir gelmez gezmeme rağmen anlatımını en sona
bıraktım.
Eyfel’e metro ile 6 nolu hatla ‘Bir Hakeim’, 9 nolu hatla ‘Trocadero’ durağında inerek ulaşabilirsiniz. “Bence Trocadero’ da inin karşıdan Eyffel’i seyrederek tam altına kadar yürüyün. Alttan yukarı doğru bakın bir kez de Eyfel’e. Yukarı çıkmak için bekleyenlerin oluşturduğu uzuuun kuyruk gözünüzü korkutmasın. Sıra çabuk geliyor. Önce 2. kata, sonra da tepeye çıkın. Bütün Paris serilsin ayağınızın altına. Hayatta olmanın, Paris’te olmanın, yaşamanın keyfini çıkarın.”
Bir kez de mutlaka geceleyin gelin buraya. Işıklandırılmış halini de görün mutlaka Eyfel’in. Hatta ekmeğinizi, peynirinizi ve şarabınızı alıp piknik yapın Eyfel’e karşı. Merak etmeyin asla yalnız kalmazsınız.
Paris sokaklarında elinde harita
olmadan yürümek, sağa sola bakınmak, her köşede ayrı bir güzelliği seyretmek …
gerçekten çok güzel. Paris’i amaçsız, rastgele dolaşmak için mutlaka kendinize
zaman ayırın, pişman olmayacaksınız.
Paris’te 400 kadar ücretsiz genel
tuvalet varmış. Gezerken bir kısmına rastladım, kullandım. Kullanması biraz
bilgi gerektiriyor. Paris tuvaletlerini kullanmak için “Pariste Net” sitesindeki
Ahmet Ore’nin yazısını (http://www.pariste.net/2014/12/paris-sehir-tuvaletleri.html
) okumanızı öneririm.
Bir daha Paris’e gelme sebebim
olsun diye Versay Sarayı’nı gezmedim.
Londra’dan gelen otobüsün son
durağı burası. Buradan da Londra’ya ve Avrupa’nın çeşitli yerlerine gidiliyor.
Gerek Londra’daki gerekse Paris’teki otobüsler tam zamanında kalktı.
Eurolines’ın ofisleri , bekleme
salaonları gayet iyidi. Otobüslerde servis yok. Zaten sadece şoför var.Bavulunu kendin koyup kendin alıyorsun. Koltuk no yok. Önce bavulunu koyan ön
sıradan yer kapıyor. 2 kişi iseniz biriniz koltuk kapsın, öteki bagajları
yerleştirsin. 4,5 saatlik yolculukta 15’ lık tek mola verildi.
BRÜKSEL
Saat
09.00’
da Paris’ten kalkan otobüsümüz 4,5 saat sonra Brüksel’e vardı. Brüksel Gar du
Nord’ta ben indim. Otobüs Amsterdam’a devam etti.
Brüksel’de “Hello Hostel”de 2
gece konakladım. Tek metro ile ulaşılabilen 2 katlı bir binada. Görevliler
ilgili. Yastık kılıfı, nevresim, çarşaf verdiler. 40 yıldır evliyim, ilk kez
kendi yatağımı kendim yaptım. Bayağı uğraştım ama becerdim.
6 kişilik karışık yatakhane.
Kişisel dolap yok. Tüm eşyalar açıkta. Tuvalet ve duşlar temiz. Kahvaltı
berbat. Sadece yağ ve marmelat. Zeytinden vazgeçtim, peynir bile yok.
Sosyal alanı güzel. İki gece kahvaltı dahil 42,24 euro. Fiyatına
göre iyi.Brüksel küçük bir kent. Merkezde Grand Place ve civarında eski
doku korunmuş. Gezmesi hoş. Merkez dışına doğru çıktıkça bildiğimiz kent havası
var. Yüksek binalar, alışveriş merkezi vs..
Brüksel’de 3 hatlı çok
karışık olmayan metro sistemi var. İstasyonlarda bilet makinelerinin yanı sıra
7.00-22.00 arası görevli biletçiler de var.
Otomatik billet makinelerini kullanmak çok kolay. Yuvarlak bir buton var. Direk
basarsanız 2.10 euroluk tek billet için kaç tane istediğinizi soruyor. Butonu
sağa, sola çevirip sayıyı belirliyorsunuz. Para
işareti olan yere demir para atıyorsun. Bilet ve para üstü aşağıya düşüyor.
Yalnız demir para veya kredi kartı ile çalışıyor. İlk başta butona basmadan
evvel sağa, sola çevirerek tek binişlik dışındaki biletleri de seçebiliyorsun. Bir
saatlik geçerli bilet 2.10 euro.
Toplu taşıma araçlarında
kullanmak üzere aldığınız bileti geçerli hale getirmeniz gerekmektedir. Otobüs,
tramvay içerisinde ve metro platformlarında bulunan turuncu makineden
biletinizi geçerli hale getirebilirsiniz. Biletinizi geçerli hale getirdikten
sonra herhangi bir araçtan bir diğerine 1 saat içerisinde aktarma
yapabilirsiniz.
Brüksel
patates kızartması, midye, çikolata, bira cenneti. Meydanın sol köşesindeki Rue
des Chapeliers sokağna girip ilerleyince solda “Little Delirium” adlı bir bar
var. Bu bar Brüksel’in en meşhur barı Delirium’ un kardeşi. Gezi başından beri
sadece burada bira seçerken dil sıkıntısı yaşadım. Çok çeşit bira var. Aynı
biranın laytı, darkı var. Barmen hangi birayı istediğimi soruyor. Diyaloğumuz
şöyle: Ben. “Yu drink biir?” Barmen “yes.” Ben. “wat biir?” bir bira markası
söyledi. Ben: “Ayeme de seym biir.” Anlaştık. St. Bernardus ABT marka 10.5 derece
alkollü siyah bir bira getirdi. Harika bir biraydı.
Her yerde 15-19 euro arası değişen midye, patates
kızartması,bira Chez Leon’da 30 euro.
Kapıda kuyruk. Denedim. Öbürleri nasıl bilmem ama yediğim midye gerçekten nefisti. Birtakım otlarla, soslarla pişirmişler. Fotografta görülen tencereyi bir
solukta bitirdim
Chez Leon’a arkanı dönünce sağdaki ilk sokağın
içinde bira çeşitliliği ile Guinness
Rekorlar Kitabına girmiş “Delirium” adlı birahane var. 3 Katlı
binada hangi çeşit bira isterseniz var. Tıklım tıklım dolu. Gençler sokağa
taşmış. Neşeli, eğlenceli bir yer. Ancak bana göre çok kalabalık ve
gürültülüydü.
Ben geriye Little Delirium’a döndüm. Fransız
hakemin yönettiği İspanya- Almanya takımları arasındaki futbol maçını Japon
turistlerle birlikte seyrettik.
Grand Place’ in solundan Rue Charles Buls
sokağından etrafa bakına bakına yürürseniz doğrudan Manneken Pis (İşeyen Çocuk)
heykeline çıkarsınız. Kendi küçük ünü büyük bu heykelle ilgili geniş bilgi
internette var.
Yol boyunca waffle satıcılarını, çikolatacıları,
tatlıcıları göreceksiniz. Ağzınızı tatlandırmadan geçmeyin.
Brükselde çilek, midye, patates kızartması, waffle
yenilmeli, bira içilmeli. Çok çeşitli bira var. Bira severler Brüksel’da
Delirium’u görün. Hatta bir iki bira için. Ancak sakin sakin bira içmek
istiyorsanız Little Delirium’u da
ziyaret edin.
Grand Place’in gece halini görmeden Brüksel’den
ayrılmayın.
Brüksel Gare de Nord’un arkasındaki sokakta Amsterdam’daki
Red Light benzeri bir yer var. İstasyonun arka kapısından çıkıp sola doğru
yürürseniz görürsünüz. Beklentinizi yüksek tutmayın 8-10 camekanlık bir yer.(
Rue d’Aerschot ve civarı)
Brüksel’in şirin kasabası Brugge’e gidiş dönüş tren bileti
28,20 euro. İstasyondaki gişelerde satılıyor. Gecikmeler olsa da yarım saatte
bir tren var. Ben trene Brüksel Nord istasyonundan bindim. (4 nolu peron) Temiz, lüks trenler. Bana çift katlısı denk
geldi, Etrafı seyrede seyrede gittim.
Bu trenlere binmeden önce bilet onaylatılmıyor. Trende
kondüktör dolaşıp bilet kontrolü yapıyor.
Tren Brüksel’deki Gare de
Bruxelles- Midi istasyonundan da yolcu alıyor.
Brugge’e girerken eğer trenin sağ
tarafında oturuyorsan üç kule göreceksin. Kulelerin tarihi ayrıntıları
internette var.
İstasyondan şehir merkezine
gitmek için araç arama. Garın içinden “Central” yazan tabelaları izleyerek çık.
Tam karşıda ağaçlıklı bir alan göreceksin. Hafif sola doğru ana caddeyi geç,
önündeki yola gir. Köprüyü geçer geçmez sağa dön. Solunda kırmızı tuğlalı bir
duvar, sağında nehir yürü. Yanında bir kule olan köprüye gelince köprüyü
geçmeden sola dön. Göreceğin ilk kapıdan içeri gir. Orası Begijhof.
Kadınlar için dini bir manastır olarak hizmet veriyor. Beyaz
binalardan oluşan yapı UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Bahçeleri
gez. Girenin çıkanın en çok olduğu kapıdan çık bakına bakına yürü ana meydana (Grote
Markt) gelirsin.
Brugge sanki bir oyuncak kent. Küçük şirin mi şirin evler,
dar sokaklar, kanallar…. Elinizdeki haritayı katlayıp, cebinize koyun. Yolun
akışına kendinizi bırakın. Binaları, vitrinleri, çevreyi seyrederek gezin. Bu
gezinti sırasında görülecek tüm yerleri göreceğinizden de emin olun.
Bira severler için Brugge’ de kaçırılmaması gereken
bir nokta Cafe Garre. Meydanda saat kulesinin yanındaki Breidelstraat’e girin.
Sokağın diğer meydana bağlandığı noktaya yakın, sağda dar bir aralık var. Dikkat etmezseniz göremezsiniz.
O aralıktan girin, az ileride sağdaki ilk merdivenlerden (üç basamak) Cafe Garre’
ye ulaşın. Kendi üretimleri olan ve sadece bu mekanda satılan, başka yerde bulunmayan “Garre” birası isteyin. Yanında kaşar
peynirle birlikte getiriyorlar. 4 euro. Çok yumuşak içimli, 11 derece alkollü, nefis bir bira.
3. bardağı sipariş ettiğimde garson: “For no” dedi.
4. bardağı vermeyecek gibi bir sonuç
çıkardım. Zaten üç bardak da yetti.
Brugge ayrıca dantel ve goblen çanta cenneti.
Aradığınız her çeşit çanta ve danteli bulmanız mümkün.
Dantel ve çanta alışverişi yapmayı da unutmayın…
Saat 10.30’da geldiğim Brugge’den
15.30’da ayrıldım. 5 saat gezmek için yetti. Bu 5 saat içinde inanın tam 12 kez
yağmur yağdı, 13 kez güneş açtı. Yağmur birden bire bastırıyor. Saçak altında
8-10 dakika bekleşiyoruz, duruyor. Ardından montu çıkarttıracak derecede güneş
açıyor.
Daha güzel bir hava olsaydı tekne
ve fayton turları da yapacaktım. Kısmet bir başka sefere.
Brugge mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Bir şekilde buraya
yolunuzu düşürüp, gezin.
AMSTERDAM
Brüksel Gar du Nord’taki Eurolines durağından 9.15’ te Amsterdam’a hareket
ettik. Yolda 15 dakikalık kısa bir molanın ardından 11.50’ de Amsterdam Zuiderzeeweg’e vardık. Burası Amsterdam’a gelen otobüslerin
son durağı. Hemen karşısında metro, tramvay durağı var. Biletçi yok. Bilet
makineden alınıyor. Fazla zorlanmadan bileti aldım. Metro ile Centraal
Station’a geldim. Bileti atmayın çıkışta
bileti okutup turnikeyi açıyorsunuz.
Centraal Station’dan yürüyerek ilk gece kalacağım
St. Christophers Inn at The Winston Hostel’e geldim. Amsterdam’ın merkezinde.
Girişinde bir bar var. Bardan içeri girip resepsiyona ulaşıyorsunuz. Bar otel
müşterilerine % 20 indirim yapıyor.
Valizinizi bırakabileceğiniz
paralı dolaplar var. 8 kişilik karma koğuşta kahvaltı dahil bir gece 36,64
euro. Gayet temiz. Her yatağa havlu, bardak, sabun, şampuan bırakılmış. Yatak
altlarında valiz koymak için kilitlenebilir kutular var. Tuvalet, banyo odanın
içinde. Yalnız tuvalet çok küçük. Zor sığdım. Kahvaltı iyi. Peynir,salam,
jambon, yumurta, reçel, nutella vs. vardı.
Red Light’ ta neler var: Kanal
boyunca ve ara sokaklarda sıralanmış, kırmızı ışıklarla aydınlatılmış küçük
vitrinlerde kadınlar vücutlarını sergileyerek müşteri çekmeye çalışıyorlar. Seks 50 Euro’dan başlıyor ve tamamen
yasal. Gerçi fuhuş birçok Avrupa ülkesinde yasal ama burada iş artık şova
dönüşmüş durumda. Mavi lambalarla aydınlatılan vitrinler de var. Aman karıştırmayın.
Mavi ışık transseksüeller için.
Seks tiyatroları: Kızlı erkekli
rahatlıkla girebilirsiniz. Hatta benim gittiğim gece içerideki kadın sayısı
erkeklerin iki katıydı.
“Genel prensip hepsinde aynı. Hiç durmayan 1 saatlik şov var, 5 kadın
ve 1 çift 9’ar dakikadan non-stop şov yapıyor. Amsterdam tiyatroları geleneksel
striptizden biraz ileri, vajinadan ip çıkarma, vajinaya konulan kalemle gönüllü
seyircilerin vücuduna yazı yazma, vajinada mum yakma, onla dans ve söndürme, en
son da bir çiftin oldukça hard görünen vasat birlikteliği.”
Mekanlara bir kere girdikten
sonra kapanana kadar içeride kalabiliyorsunuz. Giriş içkisiz 40 euro, tek içki
dahil 50 euro.
Canlı
seks yapılan show makineleri: “Kadın
erkek cinsiyetiniz fark etmez. İster heves, ister merak, ister tecrübe ister
cinsel; amaçlarınız olsun ne olursa olsun 2 Euro’luk bu makinelere girin. 8’gen
gibi 12 köşeli bir platformun ortasında dar gösteri alanı, etrafında da kapalı
kabinler var. Özel kabininize girip 2 Euro atıyorsunuz 2 dakikalığına
pencereniz açılıyor ve canlı striptriz ya da çiftleşme izliyorsunuz. Genelde 6
gösteri olur, ilk 5’i striptiz, 6’ıncısı çiftleşme(!). Kapıda numaratör
aracılığıyla hangi programın devam ettiğini görebilirsiniz.”
Ayrıca aynı mekanda özel
video-mastürbasyon kabinleri de yer alır. Bu kabinlerde de 1 Euro’ya 2 dakika
olmak üzere seçtiğiniz video filmleri özel kabinde izleyebilir, istiyorsanız
‘takılabilirsiniz’. Kabinler size özel (En fazla 2 kişi) ve peçeteli.
Amsterdam’da bol miktarda bulunan seks shopları da gayet rahat
gezebilirsiniz.
Amsterdam’da dikkat etmeniz
gereken bir nokta da bisikletliler. Kendi yollarında oldukça süratli
gidiyorlar. Eğer bisiklet yolunda yürüyorsanız, sertçe uyarılıyorsunuz.
Amsterdam’da gezmeniz
gereken Rijks Müzesi ve Van Gogh Müzesi şehrin en güzel meydanı olan ve ünlü “I
Amsterdam” yazısına da ev sahipliği yapan Museumplein'de.
Hollanda’nın en büyük sanat ve
tarih müzesi Rijksmuseum’da ışığın
ressamı Rembrandt’ın sayısız orijinal eseri sergilenmektedir. Hollanda’nın her
sene 1 milyondan fazla ziyaretçi kapasiteli en büyük müzesi unvanına sahiptir.
Bu müze için en az yarım gününüzü ayırmanızı öneririm.
Rijks müzesinin hemen arkasında
Van Gogh Müzesi’ni bulacaksınız. Müze Van Gogh’un resimlerinin birçoğuna ev
sahipliği yapmaktadır.
Tek başımayım. Amsterdam’ın
ortasında yamulup kalmayayım diye bir kek yedim. Bir saat kadar dolaştım. Tık
yok. Girdim bir tane daha yedim. Bekliyorum kafayı bulmak için. Hiçbir şey
olmadı.
Ya bende ya otta bir gariplik vardı herhalde. Cin toniğe devam ettim.
Amsterdam’da ikinci gece Leidseplein’e
yakın Hans Brinker Budget Hostel’de kaldım. 1 gece kahvaltı hariç 25 euro.
Büyük bir hostel . Merkezden 1-2-5 nolu tramvaylarla ulaşılıyor. Saat 13.00’ten
önce kayıt yapmıyor. Her odada yatak sayısı kadar dolap var. Oda ve dolap
anahtarını veriyorlar. (Ancak dolaba benim kabin boy valizim sığmadı.)
Battaniye yastık ve çarşaf dolapta. Güzel ve geniş bir sosyal alanı var. Ne
içersen (bira,cin, ..) hepsi 5 euro.
Amsterdam’daki 2. günümde
Volendam’ a gittim. Volendam için Central station'ın içinden arka tarafa geçip
üst kata çıkınca otobüsler var. Şoförden 5 euroya bilet alınıyor. 30 dakika
kadar sürüyor. Amsterdam’a gelmişken mutlaka gezilip görülmesi gereken bir yer.
Volendam’ dan Marken’e motorlar var. 8 euro karşılığında Marken’e de gidip
gelinebilir.
Volendam’dan görüntüler
İkinci günün gecesi de yine Red
Light bölgesinde geçti. Sabah erken Prag’a uçacağım için gece yarısına doğru
yattım.
Havaalanına gitmek için kısa bir yürüyüş
sonrası Leidsplain’e geldim. Buradan geçen 197 nolu otobüs 30-35 dakikada direk havaalanına gidiyor. Sık
aralıklarla otobüs var. Ücret 5 euro.
Bilet şoförden alınıyor.
Havaalanı epey büyük. Ancak
yönlendirme işaretleri iyi. Aradığınızı kolayca buluyorsunuz.
Amsterdam’dan saat tam 10,50’de
Prag’a hareket ettik.
PRAG
Amsterdam Prag arası Easy jet ile bir buçuk saat sürdü. Easy Jet
ucuz havayollarından biri. Bileti 6 Şubat 2015’ te 76 euroya almıştım. Aynı tarihte otobüs bileti
de 76 euro idi. Easy Jet sadece el bagajı kabul ediyor. Daha büyük valizinin
varsa ayrı ücret talep ediyor. Check in yapılırken valiz boyutlarını kontrol
ediyorlar. Uçakta ikram yok. Bir şey istersen parayla satın alıyorsun.Prag havaalanında, en azından bizim uçağın indiği
terminalde kalabalık yoktu.
Schengen bölgesi olduğundan
pasaport kontrolü yok.
Döviz büroları var. İnternette
döviz bozdurma sırasında atılan kazıklarla ilgili epey yazı okuduğumdan direk bankamatikten para çekmeyi tercih
ettim. Kullanımı kolay olan makineye 500 koruna (Çek para birimi) yazdım. Ancak
1000 korunadan az para vermiyormuş. 1000 koruna (CZK) çektim. 1 TL= 9,2 1 Euro = 27,4 CZK
Havaalanından çıkınca karşıda
otobüs durakları var. Duraktan 119 nolu otobüse biniyorsun. Bilet 140 koruna (5 euro) ya şoförden alınıyor.
Otobüsten son durakta inip metroya
biniliyor. Otobüsten inenleri izleyerek metro durağını rahatlıkla buluyorsun.
Otobüste aldığın bilet metroda da geçiyor.
Metro şehir merkezine kadar geliyor.
Prag’da Old Prague House adlı hotelde kaldım. Tek
kişilik oda da 1 gece kahvaltı dahil 35 euro. Banyo tuvalet ortak. Bu gezide
kaldığım en güzel yerdi. Kahvaltı da gayet iyiydi. Şehir merkezinde, eski
şehre, Charles köprüsüne yürüme mesafesinde. Gece hayatına da yakın. Odada
tuvalet, banyo olmaması sizin için sorun değilse, öneririm.
Odaya yerleşmem, biraz dinlenip
dışarı çıkmam saat 15.00’i buldu. Şehri
baştan aşağı yayan gezdim. Zaten Prag yürüyerek gezilebilecek bir şehir. Turun
başından beri peşimi bırakmayan yağmurun izin verdiği ölçüde ara sokaklara
kendimi bıraktım. Kayboldum. Yağmurun geçmesini beklerken Çek biralarının
tadına baktım.
Kaleye çıkmaya zamanım olmadı. Daha doğrusu Charles
Köprüsünün ötesine geçip kale tarafını gezemedim. Zamanım kalmadı. O tarafı da
bir dahaki gelişime bıraktım.
Gerçi ben hiç kullanmadım ama
Prag’ta toplu taşıma için bir günlük bilet 110 CZK. 75 dakika geçerli bilet ise
32 CZK. Bileti araca binince veya metroya binmeden önce sarı makinelere okutmak
gerekiyor.
Ulusal müzeyi gezmek, nehir turu
yapmak, Yahudi Mahallesinde turlamak, geceleri şehrin öbür yüzünün ortaya
çıktığı Perlova sokağından geçmek ve Avrupa'nın en iyi striptiz kulüplerinde
vakit geçirmek bir dahaki sefere diyerek, tarçın aromalı, % 38 alkollü çek
içkisi Becherovka ile geceyi noktaladım.
Sabah hotelde yaptığım mükemmel
bir kahvaltıdan sonra metroya biletsiz binerek 2 durak ötedeki Hlavni Nadrazi
(tren, metro, otobüs) istasyonuna geldim.
Prag’dan Münih’e
Czech-Transport’tan internet üzeri 28,80 euroya bilet almıştım. Alman DB
şirketinin Setra marka iki katlı otobüsüne bindim. Eurolines’ in aksine bu
şirkette yer numaraları biletin üzerinde yazıyor. Check in de otobüse binerken
yapılıyor. Diğerlerinde olduğu gibi bu otobüste de wi-fi var. Koltuk araları
geniş. (Hele Easy Jet’in koltuklarından sonra, epey geniş.)Koltuk yanlarında
şarj için prizler var. Otobüs 11,15’te tam zamanında hareket etti.
MÜNİH
Otobüsten Hauptbahnhof’un hemen
arka tarafında ZOB Münih denilen yerde indim. Otobüs durakları burada. Kısa bir
yürüyüşten sonra Münih’te 2 gece konaklayacağım Euro Youth Hotel’e vardım.
Hotel Hauptbahnhof’un yanında Senefelderstrasse’de. Bu sokak içinde birkaç
hotel daha var. Burası Türk mahallesinin hemen yanında. Yan sokak ve cadde otel
dolu. Hemen ilerideki Goethestrasse ve çevresi Türk mahallesi. Kebapçıdan
süpermarkete ne ararsanız var.
Hotelde tek kişilik odada
kahvaltı dahil 2 gece 91,50 euroya kaldım. Odada sadece lavabo var. Banyo
tuvalet ortak. Geniş oda. Kasa ve televizyon da var. Temiz, düzenli. Kahvaltı
zengin ve doyurucu. Önemli turistik yerlere yürüme mesafesinde. Fiyat olarak kaldığım
en pahalı hotel. Daha uygunu
bulunabilir.
Pazar günü 16.00 da Münih'e
geldim. Otele yerleş, sağı solu tanı derken akşam oldu.
Ertesi gün pazartesi. Kapalı olduğu için çok istememe
rağmen Deutsches Museum’u gezemedim. Onu da bir dahaki gelişe bıraktım. Not:
Hauptbahnhof’dan geçen 16 nolu St.Emeram yönü tramvay müzenin önünde duruyor.
Münih toplu taşımasında geçerli
günlük kart 6,20 euro. Kartı ilk bindiğin araçta okutuyorsun, ertesi gün saat
06.00’a kadar geçerli.
Bilet makinelerinde Türkçe menü
var. Kullanımı kolay. Bozuk para, banknot ve kredi kartı geçiyor.
Günlük kart alarak istediğim yerlere
gittim. Hatta yorulunca bir tramvaya binip istemediğim yerlere bile gittim. İki
sefer kontrole denk geldim. Biletsiz binmemekte yarar var.
19 nolu tramvay şehrin turistik
yerlerinin bazılarından geçiyor. Yorulunca denenmeli.
Marienplatz’dan Isator’a doğru inerken
Marienplatz’ın sonuna doğru soldaki Sparkassenstrasse’ ye dönüp ilerlerseniz
sağdaki ikinci sokak Münzstrasse’dir. Sokağa girip 50 m . ilerleyince Dünyadaki
biracıların cenneti Hofbrauhaus karşınıza çıkar.
Münih’e gelip de buraya uğramamak olmaz. Alt katı
yerel kıyafetler içinde canlı müzik yapan bir orkestranın da olduğu büyük bir
bira bahçesi. Uzun masaların etrafına oturmuş insanlar kocaman bardaklarla bira
içip eğleniyorlar. Siz de hemen masanın birine oturup eğlenceye
katılabilirsiniz. Ben de öyle yaptım. İki akşam üst üste gittiğim Hofbrauhaus’
un üst katlarına çıkıp da neler olduğuna bakamadım. Buranın beyaz birasını da
(weissbier) tatmak gerekir. Ama dunkles adı verilen siyah biranın da nefis
olduğunu söylemeliyim.
Marienplatz’dan Moosach yönüne U
3 metroya binip Olimpiazentrum durağında inerseniz tam karşınızda BMW müzesini
görürsünüz. Müzenin yanında ayrıca BMW otomobil ve motosiklet satış yeri de
var. Otomobile meraklı olanların mutlaka görmeleri gereken bir yer.
Münih bence bir günde
gezilebilecek bir şehir. Ancak ben alışveriş yaparım, müzelere giderim derseniz
bu süre uzar.
Münih’in gece hayatıyla ilgili
herhangi bir bilgi veremiyorum. Bira tadımı yapmaktan gece hayatını
gözleyemedim. O tarafı da bir dahaki sefere
inceler, anlatırım.
Münih havaalanına en kolay ulaşım
S 1 ve S 8 hatları ile sağlanıyor. Her ikisi de 40 dakikada havaalanına
ulaşıyor. S 1’in havaalanına gelmeden başka yöne giden bir hattı daha var.
“Airport” yazan S1’e binilmeli. Bilet makinelerden alınıyor. (Türkçe menüde
havaalanı seçeneği var.) 10,80 euro. En son durakta inince uçağınıza göre
terminal 1 veya 2 tabelalarını izleyerek istediğiniz terminale ulaşıyorsunuz.
Münih Havaalanı epey büyük.
Uçağınızın hangi terminalden kalktığını bilmenizde yarar var.
Benim uçağım terminal 1 C’ den kalkacakmış. Ben terminal 2’ ye gittim. Epey bir bekledim.
Etrafta hiç Türk göremeyince 1. terminale geçtim ve check in bankosunu buldum.
Pegasus terminal 1C’ den kalkıyor. 2 saat 20 dakika sonra Sabiha Gökçen
Havaalanı’na indik.
Münih'ten görüntüler
Türkçe dışında hiçbir dil
bilmeden yaptığım 13 günlük Londra, Paris, Brüksel, Amsterdam, Prag, Münih
gezisinde dilden kaynaklanan hiçbir sorunla karşılaşmadım. (Bir kere bira
çeşitleri arasında seçim yaparken zorlandım.) Karşılaştığım herkes gayet kibar
ve medeni davrandı. Gece yarılarına dek hiç bilmediğim şehirlerin hiç
bilmediğim sokaklarında dolaştım. 6-8 kişilik hostel odalarında konakladım.
Herhangi bir şeyden korkmadım, korkulacak hiçbir durumla da karşılaşmadım.
Gezi boyunca yaptığım masraflara
gelince:
İstanbul- Londra, Münih -İstanbul
uçak biletlerini kartımda biriken millerle aldım.
Londra’da 2 gece konaklamaya ve
yeme içmeye para vermedim. (Oğlum sağ olsun.)
10 gece konaklama gideri; 350
euro
Ulaşım harcamaları toplamı; 210
euro (Dört otobüs bir uçak yolculuğu)
Diğer masrafların tümü 600 euro
Toplamda tüm masrafım 1200 euro olmuş.
İstenirse bu masraf biraz daha
azaltılabilinir. Ama fazla da kasmanın bir anlamı yok.
Eğer fırsatınız varsa gezin. Yurt
dışına çıkın. Dil bilmiyorum diye çekinmeyin. Gideceğiniz yerler ile ilgili tüm
bilgileri internette bulabilirsiniz.
Biraz araştırmayla istediğiniz her yere gidip gezebilirsiniz. Cesur olun.
Yazımın
sonunda, bu gezi için beni cesaretlendiren sevgili eşime çok teşekkür
ediyorum. Sağ olsun, var olsun…
Tebrik ediyoruz, en kısa zamanda bir Güney Amerika turu da bekliyoruz
YanıtlaSil