UKRAYNA GEZİ NOTLARI 1
LVİV
Dediler ki; Ukrayna nüfusunun %
Önce
hanımlardan izin sonra da Pegasus Havayolları’ndan 1 Mayıs gidiş 8 Mayıs dönüş
kişi başı 500 TL. den 2017 Ocak ayında biletlerimizi aldık.
Hemen
yazayım, ne nüfusun % 85’i kadın, ne de kadınları çok güzel. Hepsi şehir
efsanesi. Evet güzel kızlar var, var ama sayıları oldukça az. İskandinav
ülkelerini görmüş biri olarak idda ediyorum ki
oraları Ukrayna’ya fark atar.
Lviv
Havaalanı’ndaki pasaport polislerinin tamamı bayandı. Genç ve güzel kızlar.
Sanki şehrin güzelliklerini yansıtmak için özenle seçilmiş gibiydiler. Ama
güzellikleri kadar hoşgörüleri yoktu. İstisnasız herkese “Neden geldiniz? Ne
kadar, nerede kalacaksınız?” sorularını sordular. Aldıkları yanıtlardan tatmin
olmadıklarını hemen yan taraftaki görüşme odasına yolladılar.
Odada
da aynı sorular sorulup evrak kontrolü yapılıyormuş. Kalacak yerin belgesini,
dönüş biletini gösterenlere giriş izni veriliyor. Sorgu, İngilizce yapılıyor.
Herkes tek tek odaya alınıyor. Tercüman
kabul edilmiyor. Dil bilmeseniz de otel rezervasyonu ve dönüş biletinizi
gösterip “ay em turist” diyerek sorgudan geçebilirsiniz. Sakin olun, telaşa
kapılmayın.
Apartmanlar
genelde bakımsız.
Lviv’de
1991 de hükümet herkese ev dağıtmış. Bunu duyunca bir zamanlar iki anahtar vaat
eden politikacımız aklıma geldi!..
Svobody
Bulvarı’nın hemen başında Adam Micikiewicz heykeli var.
"Doğmuşum kölelik içinde,
Zincire vurulmuşum daha beşikte.
Selam sana istikbalin fecri,
Ardından doğacaktır, Hürriyet
Güneşi..."
(Polonya'nın en büyük şairi olarak kabul
edilen Adam Mickiewicz (1798-1855) bağımsızlık savaşının ve romantizm döneminin
en değerli kalemidir. Almanlar için bir Johann Wolfgang Goethe (1749-1832),
Ruslar için bir Aleksandr Puşkin (1799-1837) ne kadar önemliyse, Polonyalılar
için de Adam Mickiewicz o kadar önemlidir. Bu edebi tarafının yanı sıra
Mickiewicz'in ülkesine ruh veren, halkı kurtuluşa yönlendiren bir lider ve
politikacı, hatta bir savaşçı olması, Polonya toplumu için Mickiewicz'in
önemini bir kat daha arttırmaktadır.)
Bulvar
buradan başlayıp 600 m .
kadar sonra opera binasında son buluyor.
Yeşilliklerle
çevrili bu bulvarda sağlı sollu bir çok kafe, restoran ve otel bulunuyor. Bizim
şansımıza bulvarda hediyelik eşya ve yiyecek içecek satan standlar kurulmuştu.
Bulvarın
orta yerinde Ukrayna’nın milli şairi Taras Shevchenko’ nun heykeli var. (9 Mart 1814
– 10 Mart 1861),
Ukraynalı hümanist şair ve ressam. Geride bıraktığı eserleri ile modern Ukrayna dili ve edebiyatının temeli olarak
gösterilir. Taras Şevçenko Ukrayna’nın milli şairi ve düşünürüdür. Bu nedenle
Ukrayna’nın en büyük üniversitesine onun adı verilmiş, adının verildiği Kiev
merkezindeki parkın ortasına görkemli bir heykeli dikilmiştir. Ayrıca ülke
genelindeki birçok yer ve okullar onun adını taşımaktadır.)
Bulvarın
bitiminde, 1800’
lü yılların sonunda inşa edilen opera
binası var. Biz yapamadık ama siz buraya kadar gelmişken bu binada bir gösteri
seyredin. Binanın tepesindeki heykelin elindeki dal saf altındanmış. Nazi
işgali sırasında çalınmış.
Opera
Binası’na 100 m
kadar kala sağdaki Nyzkyi Zamok Sokağına saparsan Striski Pazarına gelirsin. Yan
yana dizilmiş küçük standlardan oluşan bu pazarda ne ararsan var. Hediyelikleri
buradan da alabilirsiniz.
Pazarın
bitiminde 1703-1731 yılları arasında inşa edilen Transfiguration Kilisesi
vardır. Her
nedense kilisenin kapısı kapalıydı. Sadece dışarıdan fotoğraf çekebildim.
Kilisenin
sağından ilerleyerek “Ermeni Sokağı” olarak da bilinen Virmenska sokağına
sapıyoruz. 14. yüzyıldan itibaren Lviv’e yerleşmeye başlayan Ermeniler bu
bölgede kendi mahallelerini kurmuşlar. Sokağın hemen başında Ermeni kilisesi
var. Her taraf sözde soykırım afişleriyle dolu.
Sokakta
sağlı sollu kafeler, sanat galerileri var. Bunlardan en ilginç olanının, “Gasova Lampa” nın önünde duruyoruz. Gazyağıyla
çalışan lambaların mucidinin anısına açılan bu kafe - restoranda bir sürü
gaz lambası var. Bahçesindeki masada da mucidin heykeli.
Burayı
geçtikten sonra sağa saparak Lviv’in kalbinin attığı yere, Rynok Meydanı’na
geliyoruz.
Yorgunluk
da kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Lviv’in çılgın gecelerini sizler adına
inceleyeceğimiz için dinlenmek lazım. Nasıl olsa yarın bu meydan ve çevresini
gezeceğiz. Etrafa şöyle bir bakınıp, evin yolunu tutuyoruz.
Evde dinlendikten sonra gece
yarısı rehberimizle buluşup Lviv gecelerine akıyoruz.
İlk
durağımız Split Kulüp. Burası Svobody
Bulvarının hemen başındaki Adam Micikiewicz heykelinin karşısındaki Mykoly
Kopernyka Sokağının başında oldukça büyük bir mekan. Kafe ve lokantası da var.
İkinci kata çıkıyoruz. Montları vestiyere bırakıp soldaki kapıdan küçük bir
salona geçiyoruz. Salonda, ortasında direk olan küçük bir sahne, sahnenin
etrafında da koltuklar var. Arka köşeye de küçük bir bar yapılmış. Koltuklara kurulup
biraları söylüyoruz. Sahneye birbiri peşi sıra
çıkan gerçekten güzel kadınlar şovlarını sergiliyorlar. 4-5 dakika süren
gösterinin ardından sahnede tek parça giysi ile kalan inerken, hemen bir
başkası gösteriye başlıyor. İlk 20-25 dakikayı merak ve heyecanla izledikten
sonra olay artık kanıksanıyor . Her şey birbirinin aynı görünüyor. Bir saatin
sonunda sıkılıp başka bir mekana gitmek için Spilt Kulüp’ ten çıkıyoruz. 850
grivna hesap ödüyoruz. 3 kişi için 600 grivna giriş + 2 bira.
Onur,
arabasıyla bizi Metro Kulüp’e götürüyor. Kulübün işletmecisi Türk’müş.
Kulüp
içinde “ İstanbul Restaurant” adlı bir Türk lokantası da var.
Metro
kulüp giriş 70 grivna. 50 grivna da masa parası. Uzunlamasına , büyük bir mekan
yan yana locaları var. Hala var mı bilmiyorum ama 70’ li yılların pavyonlarına
benziyor. Pistte sürekli dans edenler ve yüksek sesli elektronik müzik var.
Bugün 1 Mayıs. Parti günü. Kulüp tıklım tıklım. Herkes kendi aleminde…
Müzik
eşliğinde pistekiler çılgınca dans ediyorlar. Müzik sesi o kadar yüksek ki
karşılıklı konuşmak mümkün değil. Yarım saat kadar oturup, adet yerini bulsun
diye birer bira içiyoruz.
Bazı
internet sitelerinde bu kulüpte kızlarla tanışıp eve atarsınız diye okumuştum.
Gerçekten de doğru yazmışlar. Eğer Brad Pitt kadar yakışılıysanız ve başbakan
Vladimir Borisoviç Groysman kadar iyi Ukraynaca konuşuyorsanız olur!!.. Gerisi
hikaye…
Bu
kadar gürültü bize yeter diyerek eve dönüyoruz.
Ertesi
gün Antalya Restaurant’ta (Valova Street, 5 Lviv. Burada güzel Türk yemekleri
ve beleş çay var. Uğrarsanız Nadir Usta’ nın yemeklerini tatmadan dönmeyin.) Onur’la
buluşuyoruz. Ücret almadan gün boyu bize eşlik ediyor ve daha önce görmediğimiz
yerleri geziyoruz.
İlk
durak dün şöyle bir gördüğümüz Rynok Meydanı. Tam ortasında belediye binası
bulunan kare şeklinde bir meydan. Burası şehrin kalbi. Bütün yollar bir şekilde
buraya çıkıyor. 1998 yılında Unesco’nun “Dünya Kültür Mirası” listesine alınan
meydanı, 44 ev çevreliyor. Değişik mimarilere sahip bu evleri inceliyoruz.
Siyah olan bir ev dikkatimizi çekiyor. İnşa edildiği taşın yapısından olduğunu
söylüyor, Onur.
Sokak
sanatçıları, müzisyenler, kafeler… Ne ararsanız var. Kafelerden birine oturup
gelen geçeni seyretmek oldukça keyifli.
Belediye
binasının içinden geçilip 300 küsür merdivenle çıkılarak şehri kuş bakışı
seyredebileceğimiz kuleyle hiç ilgilenmiyoruz. O kadar merdiveni çıkmak
gerçekten zor geliyor.
Belediye
binasının çevresindeki 4 heykel çeşmeyi (Adonis, Amphitrit, Neptün, Diana)
görmekle yetiniyoruz.
Hemen
karşıda bira severler için önemli bir mekana, Pravda Bira Tiyatrosu’ na
uğruyoruz önce. Burası Rynok Meydanı’nın baş köşesinde bir bira evi, bira
tiyatrosu. Binanın ortasındaki sahnede bir orkestra bulunuyor ve tiyatro ismini
de tüm katlarının bu sahneyi görebilecek şekilde düzenlenmiş olmasından alıyor.
Vakit
erken, fazla hareket yok içerde. Ortadaki sahne boş. Orkestra yerini almamış.
Akşamüzeri uğrama niyetiyle çıkıyoruz.
Rehberimiz
bizi çok ilginç bir kafeye götürüyor. Burası 1675’te kurulmuş ve maden ocağı
şeklinde tasarlanmış Lviv Coffee Mining Manufacture.
Kahve
Madeni, normal kafeye giriyorsun burada kahveyle ilgili çok çeşitli
hediyelik ürünler (Cezvelerin tamamı Türkiye’den geliyormuş.) ve yine oturup kahve
içebileceğiniz bir alan var. Burada
tepesindeki lambası pek yanmayan kaskı takıp soldaki merdivenden aşağıya
iniliyor. Oldukça karanlık bir ortam. Dikkatli inmekte yarar var. Kasktaki
lamba yanmıyorsa telefonun ışığını kullanın. Yer bulabilirseniz masaların
birine oturup kahve için. Değişik ve ilginç bir ortam.
Aşağıda
yer bulamadığımız için bahçe kısmında oturduk. 3 kahve 300 grivna.
Kahvecinin hemen çaprazında Drunken
Cherry’de şehrin ünlü vişne likörünün tadına bakabilirsiniz. Tarafımdan test
edilip onaylanmıştır. Önünde her daim sıra olan bu mekana uğramayı ihmal
etmeyin. İster kadehle, isterseniz şişeyle alıp içebilirsiniz.
19. yy’da inşa edilen ve
şehrin en eski ve en etkileyici müzelerinden biri olan Lviv Tarih Müzesi
önünden geçip bir başka ilginç mekana, çikolata fabrikasına gidiyoruz.
Bol
bol çikolata bulacağınız bu 4 katlı mekanda beğendiğiniz çikolataları seçerek
hediyelik kutular yaptırabileceğiniz gibi orada da yiyebilirsiniz. Tüm fiyatlar
üzerlerinde yazıyor. Tek tek seçerek özel bir kutu da yaptırabilirsiniz. Biz
oturmadık ama üst katta da kafe de var.
Gruptan biri eczacı olunca,
ecza müzesine uğramadan geçmeyi düşünmedik bile.
1735 yılında eczacı Notorpom
tarafından kurulmuş olan köşedeki eczaneye girdikten sonra kasadaki görevliye
müzeyi ziyaret etmek istediğinizi söylüyor ve 20 grivna olan ücreti ödeyip,
kasanın yanındaki kapıdan alt kata iniyorsunuz.
Eskiden kullanılan araç
gereçleri görüp günümüzde gelinen noktayı düşününce eczacılıktaki hızlı değişim
başınızı döndürüyor.
Acının
da hazzın bir parçası olduğunu iddia eden mazoşizmin babası olarak bilinen Alman
yazar, Leopold Von Sacher Masoch’un heykeli çıkıyor karşımıza bir sokak
arasında. Hemen arkasındaki anahtar deliği şeklinde
kapısı olan “
Mazo Cafe” ise daha açılmamış. İçerisinin de oldukça ilginç olduğu söylendi.
Dar
ve ilginç sokaklardan etrafımıza bakınarak ilerliyoruz. Meydanın hemen arka kısmında Lviv’in en eski
yapılarından biri olan Dominican Katedrali (Google haritada Church of the Holy
Communion olarak yazıyor.) çıkıyor karşımıza.
Yaklaşık 12. yy’da yapılmış
olan Dominik Katedrali Barok mimarisinin en güzel örneklerinden birisiymiş.
“Lviv ‘de eşsiz mimarisi ile görülmesi
gereken, mistik izler taşıyan Tapınak sizi hayrete düşürecek ve
etkileyecektir.”
Ne
yazık ki içeride fotoğraf çektirmediler.
Bir
günün daha sonuna yaklaşıyoruz. Rehberimiz Onur Takmaz’a gösterdiği yakın ilgi
ve verdiği bilgiler için çok teşekkür ediyoruz.
Herhangi
bir sorun olduğunda mutlaka aramamızı, gece gündüz fark etmeyeceğini söylüyor.
Tekrar görüşmek dileğiyle vedalaşıyoruz.
Eve
gidip biraz dinlenmeyi daha sonrada akşam yemeği için çıkmayı
kararlaştırıyoruz. Yerli votkalar o kadar ucuz ki dinlenirken bir iki duble
içmeyi de ihmal etmiyoruz.
Akşam
yemeği için seçtiğimiz mekan da ilginç: The First Lviv Grill Restaurant of Meat
and Justice
“Burası Lviv’de yemek yiyebileceğiniz açık
ara en güzel ve yine ilginç tasarımlı bir yer. Burada bir Ortaçağ dizaynı söz konusu. Bu
ortamda önünüze gelen menüden çeşitli et yemekleri sipariş edebilirsiniz.
Siparişiniz mangalda özel olarak pişiriliyor ve uzun bekleyişinize değecek bir
lezzetle geliyor.
Ortaçağda
engizisyon mahkemesi olarak kullanılan mekanda, değişik işkence aletleri de
sergileniyor. Açık ve kapalı bölümleri var. Kapalı bölüme giriş için kuyruk
olduğundan beklemeksizin açık bölüme oturuyoruz.
50
cl lokal bira 35, 50 ml. Nerminof Premium votka 36 ( Havaalanında litreliği 4
euroydu.) 50 ml. Jack Daniel’s 80 grivna.
Biz 300 gr.’lık rib steak
yedik 255 grivna. Kemikli bir etti. Az pişmiş, suyu ve lezzeti içindeydi. Ama
bir daha gidişimde beef shashlyk (dana şiş) yiyeceğim.
Geceyi Rynok Meydanı’nda ki
kafelerde sonlandırdık.
Yarın Lviv’deki son günümüz.
Gece 22.20 treniyle Kiev’e gideceğiz.
Bugün
Lviv’de son günümüz. Saat 12’
de evi teslim edeceğiz. Geç kalkıyoruz. Kahvaltı, duş derken, ev sahibi
geliyor. İşaretlerle anlaşıp evi teslim ediyoruz.
Evin
hemen yakınındaki T. Shevchenke caddesine çıkıyoruz. Burası çok uzun bir cadde
değil (400 m .)
Şehrin en lüks caddesi olarak değerlendiriliyor. Cadde üzerindeki bir dükkandan
parfüm alıyoruz. Etrafa bakına bakına bir tur atıp Antalya Restaurant’a
gidiyoruz.
Bavulları
buraya bırakıp bugün gezeceğimiz ilk durak olan “Museum of Folk Architecture” nasıl gidebileceğimizi soruyorum. El
cevap: “Bunca yıldır buradayım ilk kez bir Türkün burayı sorduğunu duyuyorum.
Herkes başka başka şeyler soruyor. Ne iş hocam?” Herkesin sorduğunun ne olduğunu tahmin ediyor!!
ama sormuyorum.
Taksiyle
pazarlıksız 100 grivniye Museum of Folk Architecture geliyoruz. (Telefona yüklü
harita üzerinden gitmek istediğimiz yeri gösterince dil sorunu olmuyor.)
Lviv’e
gelip de görmeden dönmemeniz gereken yerlerin başında bu müze geliyor diye okumuştum, gelmeden önce.
Burası
600 dönümlük bir alana kurulmuş Ukrayna köylülerinin yaşamlarını
gözlemleyebileceğimiz bir açık hava müzesi. Müze içinde 6 kilise ve 100 den
fazla tahta ev var. Bu yapıların bir çoğu Ukrayna’nın köylerinden sökülerek
buraya kurulmuş.
Müze
girişi 30 grivna. Temiz havada yürüyüş ve birbirinden ilginç evleri gezmek
dinlendiriyor bizi.
İki
saten fazla süren gezi sonrası taksi bulamadığımızdan – ki bulamayacağımızı
tahmin ettiğim için google maps’ ten yol tarifi almıştım- yürüyerek (toplam 1500 m .) Lychakiv
Mezarlığı’na gidiyoruz. Giriş 25 grivna ayrıca 10 grivna da fotoğraf çekme
parası alıyorlar. Ancak bilet kontrolü yapan yok. Elini kolunu sallaya sallaya
da girebilirsiniz.
Londra’daki
Highgate ve Paris’teki Père Lachaisein mezarlığından sonra Avrupa’nın en
önemli mezarlıklarından biri olarak kabul edilen ve 18. yüzyıldan beri
kullanılan bu mezarlıkta halkın değil, ülkenin önde gelen insanlarının
mezarları bulunuyor.
400
dönümlük bir alana yayılmış mezarlıkta, 400 binden fazla mezar varmış. Mezar
taşları, heykeller, ailelere ait mezar yapıları… Herkes en gösterişlisini
yapmak için yarışmış sanki.
Eğer
zamanınız varsa, merkezden 2 ve 7 nolu tramvaylarla veya pazarlıksız 100
Grivna’ya taksi ile gelebilirsiniz. Lviv’de mezarlık mı gezilir? Demeyin.
Burası artık müze gibi olmuş ve ziyaretçilere farklı bir deneyim sunuyor.
Biz
gittiğimizde yol çalışmaları nedeniyle mezarlık civarına tramvay çalışmıyordu.
100 grivna verip taksiyle merkeze döndük. Bugün gezmeyi planladığımız son yer
Potocki Sarayı.
Lviv
şehrinin en değerli yapısı olarak bilindiği de söylenen bu sarayı, Polonyalı Potocki
ailesi yaptırmış. Neo Rönesans mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan bu
bina, bugün müze olarak kullanılıyor.
Svobody
bulvarının başındaki Mykoly Kopernyka Street’e (Hani şu Split Clup’ın olduğu
cadde.) saptıktan 300 m .
sonra buraya ulaşabilirsiniz.
Lviv’de
sadece belli yapıları gezmekle yetinmemeli. Ara sokaklara dalmalı, hatta
kaybolmalı o sokaklarda. Kafelerde oturmalı, lokantalarındaki lezzetler tadılmalı.
Böyle çıkar Lviv’in tadı.
Opera
binasının arkasındaki Viacheslava Chornovola Ave. üzerinde yürürken Forum Lviv
adlı AVM çıkıyor karşımıza. (Operaya 750 m .) Türkiye’de yeterince AVM gezmiş
olmamıza rağmen “Bakalım burası nasıl?” diyerek giriyoruz içeri.
Değişik
hiçbir tarafı yok. Tuvaletlerini kontrol edip çıkıyoruz!!.
Lviv’deki
son saatlerimiz. Önce Antalya Restaurant’ta
bir güzel karnımızı doyuruyoruz. E postalarımızı, sosyal medya
hesaplarımızı kontrol ediyoruz.
Çantalarımızı
alıp tren istasyonunun yolunu tutuyoruz.
Lviv
tren istasyonu oldukça büyük. İki ana salon var. Birinde, internet bağlantısı
olduğu için girişte 10 grivna isteniyor. Salondan peron girişlerinin olduğu
koridorlara geçiliyor. Merdivenle peronlara çıkılıyor. Salondaki panolarda
hangi trenin hangi perondan kalkacağı hem Kril hem Latin alfabeleriyle
yazılıyor.
Buradan
Kiev, Odessa, Kharkiv, Krakow (Polonya), Warszawa (Polonya) Chişinau (Moldovya)
… gibi kentlere tren kalkıyor.
İstasyonda
tuvalet 3 grivna. Pisuvarlar arasında bölme yok. Yan yana, açık olarak
sıralanmış. Kabinlerin çoğunda alaturka tuvalet taşları var.
Lviv
- Kiev tren bileti 4 kişilik kompartımanda 1 kişi 179 grivna. Biletlerimizi
rehberimiz internet üzerinden aldı. Gitmeden önce bir internet sitesinde bu
çıktıların bilete çevrilmesi gerektiğini okumuştum. Hiç gerek yokmuş. Biz direk
internet çıktılarıyla bindik trene. Sorun çıkmadı.
Tren
oldukça eski. 4 kişilik kompartıman, altta 2, üstte 2 yatak var. 4 bilet
aldığımız için başka gelecek yok. Soyunup eşofmanlarımızı giyiyoruz. Çerezleri,
kuru meyveleri, votkaları çıkarıyoruz. Telefondan da Türk Sanat Müziğini açtık
mı 12 saatlik yolculuk zevkli geçecek demektir.
Kondüktör
bir kez bilet kontrolüne, sonra da çay kahve servisine geliyor. Çay veya kahve
ne içerseniz şirketten.
Sabah
uyandığımızda Kiev’ de olacağız.
Hepsi
öyle midir bilmiyorum ama bindiğimiz trenin tuvaletleri sadece hareket
halindeyken açılıyor, durunca kilitleniyordu.
Kiev
yolunun votkamız ve müziğimizle nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile. Saat 9’ da kondüktör yine çay, kahve
servisi için geliyor. Kalkıyoruz, toparlanıyoruz. Bir saat sonra Kiev’ deyiz.
2.
bölümde, Kiev’de neler yaptık?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder